Suyun kirli paspasına basarak vardık eşiğe
Şimdi çoğumuz üstündeki gömleği çıkarabilir
Ormanlarınızda kanat çırpan kelebek
Kafesteki büyük kasırgaya sebep.
Ben, dargın bir nefisle ölüme bakıyorum
Elimden kayıyor uzak.
Kayarken ellerimden uzak
Duydum, çok duydum
Durdum, yalnızca durdum.
Dar bir merdivenden indim
Kahkahasına karıştım kadehinizin.
Kalbi olmalı nefesin,
Birbirine değdiği anda, ağaçları olmalı kuşların.
Kuşlar da durdu.
Son durağı olmayan bir durmak, ne kadar durmaksa, işte o kadar durdular.
Gecikmiş bir uçmak, tüm ezgiyi kaydırdı
Üç yanlış bir doğrunun aklını çeldi
Dokunmak tenimizden teğet geçti.
Bir vakitti. ‘An’dı.
Aşk konsolun üzerinde unutulmuş olmalıydı
Fakat öyle olsa gelmezdi ardından sesi.
Ses, innem de fena şey.
Şey demişken, yenildim savaşta ben
-Uzun süren her savaşta yenilirim-
Tavanı siyah hücremden utanırım
Sonunu bilmediğim yolda yürürüm
Kim sonunu bildiği yolda yürür ki hem?
‘İp ellerimde nasılsa’ diye bir açığımız var bizim.
O açıklıktan karalanacağız
Oradan vuracak bizi, zembille inen kalabalığımız.
Tanıdığınız kadar kalabalığım ben.
Sana, size ve dahi onlara, gün dönümünde selam veriyorum.
Bizim olmayan bir yere taşınıyoruz
Zaman sarıyor uzayan yalanların yarasını.
Biliyoruz bu acıklı şarkıyı.
Dönüp duruyor plakta -hep aynı şarkı döner zaten-
Yasaklı ellerinize veriyorum
Yeşil gecelerden geçiyorum
Yeşil, geceler boyu sürüyor…
Durdurmak ne çabasız fiil, ne pervasız kaçış.
Dörtnala seviyorsunuz fakat siz, acının kıvrımlarını.
Kahkahanız, sözünüz ve aşkınız büyüyor
Ben dargın bir nefisle ölüme bakıyorum aynada
Bir vakit. Bir an.
Nasıl da bedel koca bir yaşama…