Bir akşamüstü, yağmur herkesin alnına aynı günahı yazarken,
Bir çift eski ayakkabının gölgesinde dururum.
Kapının yanında, her zamanki yerinde.
Sanki biri “buradaydım” demek için çıkarmış gibi.
Sanki birisi telaşı tabanında unutmuş gibi.
Onca kalabalıktan yalnızlığı ödünç alırım.
Loş bir vazgeçişte dolanırım.
Ölmek, bu işte.
Camı çatlamış çerçevede,
Annemin kucağında, eski bir sofanın dibinde.
Bir saat gibi hep aynı an: Son.
Hatırlamaz annem.
Askıda yıllardır giyilmemiş palto hatırlar,
Şekli bozulmuş, içi boş ayakkabı hatırlar.
Hatırlamaz annem;
Unutmanın hep eşiğindedir ya da unutmaktır.
Babam, tenha bir Mayıs akşamı,
Dünyanın dışını dolaşmış da gelmiş.
Susmak istemiş, biz koşmaya devam ederken.
Bu suskunluğun ağırlığı durur, gecelerimizin üstünde.
Vedada yaşarım ben, hatırada yaşarım.
Cümlenin en eksik yerinde dururum öylece.
Ve dururum bir çift eski ayakkabının gölgesinde.
Bir de vardır içimde kırık bir aynanın parçası,
Çelik tellerden çerçevesi,
Soğuk, uzak, tenha bir hayalin duvarında asılı.
Sararmış elleriyle cebinden çıkarır tütünü,
Gözlerinde saklar unutulmuş zamanı.
Bir gölge sürüklenir duvar boyunca
Sürüklenir durur.
Bir hayli yorgun, bir hayli beklemiş.
Ne yorgunluğu geçer ne bekleyişi.
Dururum hemen yanında
Sanki tam kapıdan içeri girecekken vazgeçmiş gibi
Sanki biri hâlâ dönmekteymiş gibi
Sanki dakikalar geriye doğru akar gibi.
Aynı rüyanın içinde döner durur her şey.
Ben çivinin duvara kazıdığı, yoklukla tamamlanan,
Ağır bir perde gibi üstüme sarkan,
Eşiğe kadar sürüklenmiş,
Bir çift eski ayakkabının gölgesinde dururum.
Bakışıma çarpar bakışlarınız, ama geçmezsiniz
Hep bir sokak ötede, duymadığım bir cümlede yankılanırsınız.
Ben dururum kapının yanında
Ölmek, bu işte.
Camı çatlamış çerçevede,
Annemin kucağında, eski bir sofanın dibinde.
Bir saat gibi hep aynı an: Son.