Oturduğu deri koltuğa birazdan canını verecekmiş gibi gömülüp kalmıştı. 10 dakikadır gözlerini karşısında oturan doktordan ayırmıyordu. Doktorun yüz ifadesindeki her değişikliği kendince yorumlayıp kederleniyordu.
Doktorun da pek umut verici bir hali yoktu hani! Vücudundaki teri emmekten koyulaşmış erguvan renkli gömleği, elindeki kağıdı gözlerini kırpmadan okuması, okudukça büyüyen gözleri, ilerleyen dakikalar, gittikçe büyüyen gözler ve mırıldanmaya başlamasıyla hastasını diriyken toprağa gömüyordu.
Adam dayanamadı:
– Doktor bey sonuç nedir?
– Kalpsizsiniz.
– Anlamadım.
– Kalbiniz yok, kalpsizsiniz.
– Ama nasıl olur yaşıyorum.
– Aslında buna yaşamak denmez.
– Alay ediyorsunuz benimle!
– Veriler bu yönde. İster alay deyin, ister martaval!
– Bakın efendim kulüpten sağlık raporu bekliyorlar. Her şeyin tam olması lazım.
– Beni ilgilendirmez geçmiş olsun.
Kalpsiz adamın benzi atmıştı. Kanser teşhisi konsa bu kadar yıkıcı etki yaratmazdı. Son bir defa duyduklarına emin olmak istedi :
– Kalpsizim ama yaşıyorum. Öyleyse beni yaşatan nedir? Bu durum milyarda bir görülse gerek.
– Araştırma halindeyiz. Bu arada sofistike bir hastalığınız yok. Dışarıda sizin gibi milyonlarca insan var.
Kalpsiz adam güldü. Demek kendisi gibi milyonlarca insan vardı. İşin ilginç yanı bunlar yaşıyordu. Doktora göre ise yaşadıklarını sanıyorlardı.
– Sırada bekleyen hastalarım var.
Kalpsiz adam oturduğu yerden ayağa kalktı. Elinde kalpsizliğini tescilleyen raporu ile klinikten çıkarken aklına takılan bir soru vardı : “Ya kulübe almazlarsa?”
Yalnızlar kulübü
Çocukluğundan beri içinde sakladığı gizleri harflere dökülmüş elinde duruyordu. Kağıda baktıkça sigarasından bir nefes daha çekiyordu. Sonunda ifşa olmuştu. Yanından geçen insanların yüzünden bunu anlayabiliyordu. Sanki onlar hasta değildi. Sanki tek hasta kendisiydi.
Yürümeye devam etti. Kulüp binası iki sokak ötedeydi. Uzun zamandır böylesine heyecanlı olmamıştı. Ve yine uzun zamandır böylesine özgür hissetmemişti kendini. Kaybedecek bir şeyi olmayan insanların bilebileceği sınırsız özgürlük duygusuyla dimdik yürüyordu. Bir kalbi vardı, şimdi o da yoktu. Belki de hiç olmamıştı. Yoksa çocukluğunda yaşadıkları mı bitirmişti kalbini günden güne? Eğer öyleyse suçlu masum bir çocuktan değildi, ona bu kaderi reva görenlerdeydi.
Kalpsiz adam bunları düşüne düşüne kulüp binasının önüne kadar gelmişti. İki katlı, dış cephesi askeri lojmanların soğuk grisine boyalı, içerideki dirayetin varlığını dışarıdan kale gibi sağlam bir bina görüntüsü vererek hissettiren bir beton yığınıydı kulüp binası.
Üzerinde “enteresan kabul edilmiş yalnızlar locası” yazılı geniş tabelası vardı.
Kalpsiz adam hemen binanın içine girdi. Kulüp binası adından da anlaşılacağı üzere sessiz ve yalnızdı. Fakat sessizliği bozan bir ses duymaya başladı. Kalpsiz adam seslerin bir üst kattan geldiğini anlayarak merdivenleri çıktı. Şimdi her şeyi daha net görebiliyordu; 40 yaşlarında, esmer, alımlı bir kadın artık ne yazmak istiyorsa belli ki tatmin olmuyor, silmekten yıprattığı kağıtları buruşturup top haline getirdikten sonra karşısındaki çöp kutusuna atıyordu. Kimi zaman hedefi buldururken, kimi zaman ıskalıyordu. Iskaladıkça gülüyor ve yazmaya devam ediyordu.
Kalpsiz adam, kadının kağıt ve kalemle mücadelesine dalmıştı. Bir kahkaha daha işitince bu sinir bozucu döngüyü bozmak istedi:
– Kolay gelsin, anımsadınız mı beni ?
– (Kadın biraz şaşırarak) Neden kapıya vurmadınız ?
– Burada kapı göremiyorum.
– Neyse önemli değil. Raporu getirdiniz mi ?
– Evet buyrun.
– (Kadın kağıda iyice göz gezdirerek) Ama siz kalpsiz çıkmışsınız.
– Ne kadar saçma değil mi? Oysaki karşınızda gayet sağlıklı ve zinde biri var.
– Mesele bu olsaydı; bedenen zinde olan her insanın kalbi mutlak sevgiyle dolardı.
– Sizde sevgi yok diyorsunuz anladığım kadarıyla.
– Sevgi yoksa paylaşım yok. Paylaşım yoksa bencillik var. Bencillik varsa burada işiniz yok.
– İyi de ilk günlerde “kulübe hoşgeldiniz” demediniz mi ?
– Kalpsiz olduğunuzu nereden bilecektim ?
– Peki yalnızlığım…
– Bencillikten beyefendi.
– Geri çevrilen tek ben miyim ?
– Hayır. Sizin gibi milyonlarca var, hiçbirini kabul etmedik.
– Hiç mi şansım yok ?
– Malesef.
Adam bir sızı hissetti yok dedikleri yerinden. Sol yanı sızlıyordu içten içe. Oyuna alınmayan çocuklar gibi yitik hissetti kendini. Ağlayamıyordu, çocukken de böyle olurdu. Ebedi kalan yalnızlığını anlayabilecek bir avuç insan için gözyaşı dökmeyecekti. Basitti, farklı değildi. Onun gibi milyonlar vardı. Ve birazdan aralarına karışacaktı.
– Hoşçakalın beyefendi!
Hiçbir şey demeden hızlı adamlarla merdivenlerden inip binadan çıktı. Kalpsiz ve yalnız adam için sığınacak son bir yer kalmıştı. O da Paşa’nın yeriydi.
Paşa’nın yeri
Lalezar’ı geçtikten sonra hemen sağda kalıyordu burası. Aradan geçen yıllara rağmen hatırında kalmıştı. Garsonlar teker teker masalarla ilgileniyor, sipariş alıyorlardı. Birbirine paralel sıralanmış masalarda boşları toplayıp rakıları tazeliyorlardı. Bugün pazar olduğu için mekan epey yoğundu.
Neon ışıkların altında rakısını yudumlayan kalpsiz ve yalnız adam garsonların telaşını izliyordu. Garsonluk zor işti. Gençlik yıllarında harçlığını çıkarmak için hafta sonları garsonluk yapardı. Akranlarına hizmet ettiği olurdu, utanırdı. Hele ki sevgilileriyle gelenlere fena söverdi. “Bu kız bu çocuğa nasıl bakar?” dediği çok olmuştu.
Masasına doğru gelen tanıdık garsonu fark etti:
– Hoşgeldin abi ne zamandır gelmiyorsun?
– Hoşbulduk canım. Haklısın fırsat bulamıyoruz bir türlü.
– Masadaki kağıt ne abi?
– Sağlık raporu.
– Bakabilir miyim?
– Buyur.
– Ama nasıl olur?
– Ne oldu?
– Burada kalpsiz olduğun yazıyor.
– Evet.
– Ama sen yaşıyorsun?
– Ben de anlamadım.
– Doktor ne dedi?
– Yaşamıyorsun dedi.
– Abi güldürme beni, sapasağlam duruyorsun işte.
– Bahsi kapatalım. İyisi mi sen bana şu sağ çaprazımda oturan yaşlı adamın ne zamandan beri orada olduğunu söyle.
Kalpsiz adam babasını görmüştü. Annesinden ayrıldığından beri görüşmüyordu. Adamcağızın tek tük kalan altın sarısı saçları dökülmüş, yüzü çökmüş, deniz mavisi gözleri bulanıklaşmıştı. Rakısından aldığı her yudum ettiği yemine karşı aldığı bir tavırdı.
– Abi uzun zamandır görüşmüyorsunuz diye ses etmedim.
– Soruma cevap ver.
– Kardeşleriyle birlikte yok olduğu günden beri…
Kalpsiz adam garsona gitmesini işaret etti.
Mekanın müdavimleri ile garsonlar arasındaki iletişim özeldi. Paşa’ nın yeri apayrı bir gezegendi. Dışarıdan salaş bir görüntü çizen meyhane, içinde özerkliğini ilan etmiş, raconu başka, usulü başka bir yerdi.
***
Burada saat ve takvim yoktur. Zaman kavramı belirsizdir. İlk defa gelenler kendilerini sonsuz bir boşlukta bulurlar. Bu sonsuz boşlukta her şeyi içine çeken kara delikler vardır masalarda. Her biri garsonları, tabakları, bardakları, ödenmemiş hesapları ve yarıda kalan tümceleri çeker. Kurtuluş yoktur onlardan. Karanlığa takılı yıldızlar gibi söner hayatlar usulca. Bu yok oluştan duyulan manevi haz yeni peygamberleri ortaya çıkartır. Belki de bunlardan biri kalpsiz adam olur. Son bir umutla dışarıdaki milyonlara mucize diye kalbini gösterir. İnkarcılar için olmayan şey, o gün kalpsiz adam için gerçek olur.
***
Kalpsiz adam şişenin dibini görmüştü. Garson gittiğinden beri babasını izliyordu. Ayağa kalktı. Sağ çaprazındaki masaya doğru yalpalayarak yürüdü. Ayıkken cesaret edemediği her işin -kadınlara açılmak dahil- üstesinden içerek gelirdi.
Yaşlı adamın karşısına dikildi:
– Gözlerimin içine bak.
Yaşlı adam gözlerini oğluna dikti. Masmavi gözleri yaşam sevincini yitirmişti. Masaya oturması için sandalyeyi gösterdi.
– Utanmıyor musun?
– Çok içmişsin.
– Bana mı karışıyorsun?
Kalpsiz adam ayakta zor duruyordu. Uzun zaman sonra aldığı alkol, ihtiyaç duyduğu bir karşılaşmada kendisini utandırabilirdi. Yine de bu yaşlı adamla konuşacaktı. Buna ihtiyacı vardı. O yüzden sakin olmaya çalışarak :
– Seninle konuşmalıyım.
– Evim müsait gidebiliriz.
– Tamam acele et!
Yaşlı adam ayağa kalkıp hesabı beklemeden masaya bir 20’lik attı. Oğlu önde kendisi arkada mekanı terk ettiler.
Yeniden doğuş
Evdeki iki oda kullanılmayan, bozuk, gözden düşmüş eşyalarla doluydu. Bir zamanlar bu odaları yeni evli iki gencin neşeli kahkahaları doldururdu. Duvarlarda kaldırılmamış evlilik fotoğrafları dikkat çekiciydi. Yatak odası da hiç değişmemişti. Belli ki yaşlı bir şeylerden pişmanlık duyuyordu. “Umarım öyledir” diye iç geçirdi kalpsiz adam.
Evin içinde dolaşıyordu kalpsiz adam. Başı dönüyordu ama anıları kendisini ayakta tutuyordu. Salonda kardeşiyle güreş tutardı. Bir kız çocuğu olmasına rağmen erkek gibi yetişmişti kardeşi. Kimse hayatına müdahale etmemişti oysaki. Annesine göre yaradılışı gereği dediği dedik, inatçı ve kavgacı biriydi. Kalpsiz adam “yaradılışı gereği” sözünü sevmezdi. Kardeşinin de bu kadar olumsuz yönde lanse edilmesinden rahatsız olurdu. Yeryüzünden kıskandığı tek varlık olan kardeşini en iyi kendisi biliyordu. Her ne kadar dışarıdan annesinin dediği gibi görünse de iç dünyası öyle değildi. Bunu biliyordu kalpsiz adam. Çünkü kardeşi, abisiyle aynı hastalıktan muzdaripti. Burada tanrıyı suçlayıp “yaradılışı gereği” demek hata olurdu. Her şeyin sorumlusu o adamdı.
Yaşlı adam ilk suçlamadan habersiz oğlunu izliyordu. İtiraf edemediği bir korku vardı içinde. Oğlu karşısında ilk kez bu kadar değişik duygular hissediyordu.
Karakterinin müsait olmadığı şeyler yükseliyordu içinde. Köşeye sıkıştırılmış bir kedinin son bir saldırıya hazırladığı pençeleri gibi cüretkardı sözleri:
– Bakmaya doyamadın mı fotoğraflara?
Kalpsiz adam pişmanlık duygusunun babasından uzakta olduğunu anlamıştı:
– Tıpkı senin de doyamadığın gibi… baksana yerli yerinde hepsi.
Yaşlı adam fotoğraflara göz gezdirerek güldü:
– Hepinize doydum merak etme.
– Sahte gülüşünde asıl duyguları çok iyi kamufle ediyorsun.
– Unutma ki sende de var bu. Elindeki kağıt bunu doğruladı.
Kalpsiz adam raporu hatırladı:
– Her şeyin sorumlusu sensin, her şeyin… Bu kağıtta yazan her bir harf senin izini taşıyor. Kahrol istiyorum, sonsuza kadar kahrol!
Yaşlı adam öfkelendi:
– Ağzını topla. Sarhoş olmasan eve çağırmazdım.
– Sarhoşum ama düzgünüm baba. Bugüne kadar içkimden kimse zarar görmedi. Ama sen bir yuvayı dağıttın. O geceleri unutmadım henüz. Ne çok isterdim gündüz olmasını. Biliyor musun gündüz vakti sana beslediğim nefret masmavi gözlerinde kaybolup giderdi. Çok masum bakardın bize. Sanki dün geceki canavar sen değil değilmişsin gibi… Bir canavardın geceleri. Ama şimdi bir canavar daha yarattın. Hem de belgeleri bir canavar!
Yaşlı adam gülüyordu:
– Beni sahiplenmen gerektiği anlarda bile gülerdin. İnsanlara karşı mahcup duruma düşerdim. Gözlerim seni arardı ; “hadi destek ver bana” diye. Ama sen gülmeyi tercih ederdin cahillerle birlikte…
Yaşlı adam evlilik fotoğraflarındaki genç kadını göstererek:
– Sizi böyle yetiştiren işte bu kadındır. Suçu bende değil anneniz de arayın. Sizi o yetiştirdi. Hepiniz insanlardan nefret eden bencil yaratıklar oldunuz.
– Annemin hiçbir kabahati yok. Eğer varsa o da seninle evlenmiş olmasıdır. Sen bize sevgi vermedin baba! Sen bizimle arkadaş gibi olmadın, derdimizi dinlemedin. Bayramlarda eniştem herkesin yanında çocuklarını kollarının altına alırken biz onları izlerdik. Bir yerden sonra sevgisini açıkça belli eden herkesi garipsemeye başladık. Bir insana sevgimizi belli etmeye utanır hale geldik. Otuz beş yaşıma geldim, daha bir kadından sevgi görmedim. Onlara da hak veriyorum. Sevgisizlikle lanetlenmiş masum varlıklarız. Hayatlarını karartmak istemezler.
Yaşlı adamın elleri titreme başladı. Oğluna yaklaştı. Ona vurmak istiyordu:
– Bana bak sana tahammülüm kalmadı artık. Bana ve kardeşlerime sevgi veren oldu mu sanıyorsun? Bizler yer yatağında hep birlikte yatardık. Ama yine de üşürdük. En azından ben üşürdüm. Tenler değse de kalpler uzaktı birbirine. Yalnızca çiftleşmek için evlilik yapmış bir babanın tohumlarıydık bizler. Harçlığımızı elimize vermez, önümüze atardı babam. Hayvanlar gibi yaşıyorduk. Sohbet ortamı yoktu, dert dinleyen yoktu. Sadece yaşamak için yaşıyorduk. Annem henüz bir çocukken babası tarafından panayırda satılmış. Babam desen hasta bir adam. Ailesinin en ezik çocuğu. Evlendirelim de aradan çıksın demişler. Bu zamana kadar en çok anneme acıdım. O güzelliğine yazık oldu. Çok güzel bir kadındı annem. Kaderinde satılmak da varmış, hastalıklı bir adamla evlenmek de… Haliyle hayata küsmüş, yaşam sevincini yitirmiş, kalbi buz tutmuş. Şimdi kalkmış bana hesap soruyorsun. Buna hakkın yok oğlum, buna hakkın yok.
Kalpsiz adam uzun zamandır duymak istediği sözleri duymuştu. Babasına baktı, ağlıyordu. En son kalpsiz adam doğduğunda ağlayan yaşlı adam, yıllar sonra yine kalpsiz adam için ağlıyordu.
“Lanetlenmişiz” diye mırıldandı kalpsiz adam. Babasını salonda bıraktı. Yatak odasına doğru yöneldi. Yıllar önce gözlerini bu odada açmıştı. Başı dönüyordu, yatağın köşesine oturdu. Gözleri, karşısında duran annesinin beyaz gelinlikli fotoğrafına ilişti. Annesinin gözleri yine umutla doluydu. Beyazlara bürünmüş bu gencecik kızın gözlerinde umut “ışığı” hiç sönmeyecekti; ne evini terk ederken, ne de çocuklarını baba ocağına götürürken…
Kalpsiz adam içine düştüğü karamsarlık çukurundan utandı. Annesinin gözlerinin içine bakarak elini sol yanına götürdü. Kalbi küt küt atıyordu. Demek ki hala yaşıyordu.
Yazan: Tayfun Olam