Yaza geçmeden hemen önceydi
Yazıya geçmeye beş vardı.
“Maia”ydı adı.
Maia, yedi kardeşin en büyüğü, yerin yüzü, yağmur perisi..
Zeus mu sakladı seni?
Sen mi kendine saklandın?
Zamanın birinde, hırsız karganın gagasıyla taşındı göğe.
Zamanın ilinde konacak bir yeri yoktu
Kanat açtı içine.
Gözleri, belki ihtimalin izinde
Rüzgârı eksik bir denizde, yelkende.
Belki karanlıkta yanan kör ışık
Ve gerçeğin ağırlığı omuzlarında.
Şehir şiirin ışıklarıyla yıkandı.
Seyrek zaman, masadan taş çaldı
Eh, İnceldiği yerden kopar bir papatya.
Seviyor, sevmiyor
Geliyor, gelmiyor
Biliyor, bilmiyor…
Her şey öylesine dar
Her şey öylesine kapanmış.
Sokaklar, köprüler, yollar
Taşımadı Maia’yı bir ‘belki’nin arifliğine.
Yasak bir masal bu, tüm şüphelerin arasında
Yere düşen bir kırmızı; zamanın rengini taşıyan.
Karanlık gece, yıldızlar uykusunda
Yaklaşmış ve gölgesine dokunmuş gibi seni fısıldadı:
Maia…
Kimse seni bulamazdı
Saklı bir ormanın derinliklerinde
Ya da göğün en uzak bulutlarında.
Yüzlerce geceyi geride bıraktık
Şehirler söndü, kepenkler inik
Bir ‘belki’nin gizeminde yaşandı her şey
Ve her şey Maia’nın adıyla anıldı.
Maia;
Yalnızlıkta çalınan bir Mayıs ezgisi.
Âsude bir düş, zamanın eteklerinde dolandı.
Kadeh kırıldı, aktı zaman
Gece sabaha yaklaştı.
Bir çığlık uzandı kaybolan yıldızlara,
İki nota, ayrı parçalarda yankılandı
Gözleri uzak bir şehirde kaybolmuş,
Sesi, dalgaların üzerinde sonsuz bir ezgi.
Maia’ydı adı.
Yalnızlıkta çalınan bir Mayıs ezgisi.
Sayı: 64