Akreplerin yelkovanları kovaladığı günleri takip etmeye çalışan herhangi bir kişi; akreplerden bir tanesinin, peşinde olduğu yelkovanı takip etmeyi bıraktığını gördüğünde “İşte, her şeyin sonu geldi.” demez ve öncelikle diğer akrepleri kontrol eder. Temel olarak inandığı şey zamanın kendisidir; ona sunulan ve adına “zaman” denen veri değil.
“Sen aslında yanlış bakıyorsun. Akrepler yelkovanları değil; yelkovanlar akrepleri kovalıyor…” şeklinde düşünen bir kişi ise her bir “gün” adını verdiği zamansal veri içerisinde yelkovanların iki kez zafere ulaştığını düşünür. Ancak; saçmalık henüz yeni başlıyor çünkü görevini tamamlamış bir yelkovan neden akrebi bırakıp yoluna devam etsin ki? Sonra bir daha yakalayacak ve yeniden yakalayacak… Ya da 60 kat daha hızlı yanından geçtiği için hiçbir zaman yakalama fırsatı olmayacak…
Hayır, akrepler yelkovanları yakalamaya çalışıyor. Yelkovan, üstünlüğünü gösterme çabasında olacak ki her gün akrebin yanından 2 kez geçip gidiyor ancak bu oyun hiçbir zaman bitmiyor. Her gün aynı savaş, her gün aynı sonuç yaşanıyor. Bu durum; yelkovan ve akrebin savaşını başlatan tasarımcının umurunda olmasa da kol saatine son 5 dakikadır bakan adamın canını sıkıyor ve adam da, ömrü boyunca susacak değil ya, şöyle diyor: “Ulan, zamana bak. Açlık sınırının bedeli, asgari ücret bedelinin üzerine çıkmış. Bırak kendine ayıracak zaman bulmayı, karnını doyuracak zamanı kaybettik…”
Son 5 dakikadır kol saatine bakan adam hakkında kesinlikle bildiğimiz şey, henüz kendi zamanını tamamlamamış olduğudur. Kendisinin aç mı yoksa tok mu olduğunu bilemeyiz ya da zamanını nasıl harcadığını… “Aslında kimse zaman harcayamaz, harcadığı şey kendi ömrüdür ki elinde ne kadar kaldığını bilmeyen insanlar, ömrünü nasıl harcadığını da umursamazlar…” gibi laflar etmeye başladığında, kendisine sırtımızı dönüp duvardaki diğer akrepler ve yelkovanları incelemeye başlıyoruz; “Her şey tıkırında, değil mi? Akreplerin hepsi hareketli ama olması gerektiği hızda mı, o belli değil…”
Zamanın göreceli olduğu hakkında konuşmak isteseydik (ki öyle) şu an burada olmayacağımızı belirttikten sonra kol saati olan adamdan birkaç adım uzaklaşıyoruz ancak bu adam yüzsüzlüğün kitabını yazmış olacak ki bir adım bize yaklaştıktan sonra “Demek istediğim o değildi. Senin ömrün başlamazdan evvel yazılmış olan rollere adapte olabilmen için sana zaman tanınıyor. Envaiçeşit karakterden birkaçına sahip olmanı istiyor sistem ve öyle karakterli olmalısın ki sana bakan ne olduğunu hemen anlayabilmeli. Taraflar oluşmalı, taraftarlar oluşmalı ve ömürler tüketilmeli. Asıl amaç; ömür tüketmek. Zaten kendiliğinden olacak olan bu olguya şekil vermek. Daha fazlası değil…”
Bizimle konuşmaya çalışarak zamanını boşa harcadığını kendisine hatırlattığımızda ise “Anlattıklarım arasından tek bir kelimeyi bile dinlemişe benzemiyorsun. Zamanı tüketmek, harcamak, yitirmek ya da ne dersen de onu yapmak mümkün değil. Sen beni dinlemeyerek kendi ömrünü boşa tüketiyorsun.” dedi ve kol saatine baktıktan sonra gülümsedi. Çirkin bir gülümsemeydi bu. Adamın kendisi de çirkindi. Israrcı olan herkes kadar çirkin biriydi. “Şu zamanın hiçbir değeri yok. Tüm saatler durduğunda da zaman var olacak ama insanlar anlaşabilecek mi?” diye sordu gülümserken. Benim tanıdığım pek çok insan kol saati kullanmıyor ve gayet de güzel anlaşabiliyorlar. Bu aptal herifin ne demek istediğini anlayamadık…
“Kendinle anlaşmaktan bahsetmiyorum. Onu isteyen herkes başarabilir. Ancak insanları bir arada tutan temel kavramlardan birisi zamanın kendisi değil; zamanın size sunulan verisidir. Zaman verileri olmadan anlaşmalar yapılamaz, ticarî sistem çöker, kültürel yapı sekteye uğrar, anlaşmazlıklar çoğalır, insanlarda güven denen şey kalmaz ve ortaya yepyeni bir yapı açığa çıkar.”
Kol saatli adamı susturabilmek için içerisinde bulunduğumuz saatçi dükkânının sahibine sesimizi duyurabilmek için biraz yüksek sesle kimin bizimle ilgilenebileceği sorusunu haykırdık. “Daha ne kadar ilgilenebilirim, bilemiyorum.” dedi kol saatli adam ve tezgâhının ardına geçti.
Kendisine, boş konuşmayı bırakırsa aslında çok da kötü biri olmadığını hatırlattıktan sonra kuşumuzun ötmediğini ve yeni bir guguklu saat talep ettiğimizi belirttik. “Daha bana mevcut ürününüzün sorununu tespit edebilmem için tamire bile getirmeden, yenisini mi almak istiyorsunuz?” diye sordu kol saati olan adam. “Beni bile dinlemeyen bu kulaklar, üretmiş olduğum guguk kuşlarını mı dinleyecek?”
Müşteri seçiyordu belli ki… Belki de yeterli paramızın olmadığını düşünüyordu. Belki de değer verdiği bir kişiyi yakın zamanda kaybetmiş ve kendi hayatı ile zaman arasında bir ilişki olup olmadığını düşünmeye başlamış ve pek de bir bağlantı bulamayınca elde ettiği sonuçların değerli olduğunu düşünerek bize bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Asıl gerçek şuydu ki kuşumuz ötmüyor ve saat başı “Yuh be, saat de kaç olmuş?” muhabbetini yapamıyorduk. Bizim derdimiz bizi ilgilendirir; kol saatli adamı değil.
Her bir paragrafta aynı cümle yapısını kullanmaya başladığımız bu esnada ise kol saatli adam tezgâhına bir şaplak attı ve “İsterseniz size dijital saat satabilirim. Gerçek guguk kuşu sesi yüklenmiş olan bu elektronik cihaz, sadece saat başı değil; siz istediğiniz zaman ötecektir.”
İşte! Tam olarak bundan bahsediyorum. Bizim istediğimiz şey guguk kuşunun ötmesi değil; zamanında ötmesi! Ahmak herif, eylemlerin her birini kendi kontrolü altına aldığında eylemin kendi değerini yitirdiğinin farkında değil! “Nasıl farkında olmayayım? Eskiden bilgi değerliydi, şimdi ise sosyal medya gibi mecralarda istenilenden fazla bilgi dolaşıyor. Bilginin de bir önemi kalmadı…” Böyle şeyler söylemeye devam ederse bir şaplak da biz atacağız ancak tezgâha değil.
“Neyse…” dedi kol saatli adam, “Siz şu modelleri incelerken ben de üst komşumun guguklu saatini tamir edeyim…” Nasıl anlatabilirim bilemiyorum ama bu adama da anlatmak için çaba sarf etmek istemiyorum. Bozulan şeylerin tamir edilmiş hâllerine “Eskisinden yeni oldu.” denmesinin sebebinin “Eskiden bir hatırası yoktu ama şimdi var.” demekten farkı olmadığını an-la-ta-mam! Sürekli bir kaygıyla yaşamak istemiyoruz. “Ya kuşumuz saat 3’te ötmezse?” ya da “Ya bu kuş öttü de mi duymadık yoksa yine mi bozuldu?” sorularıyla yaşamak zorunda kalacak olan biziz; kol saatli adam değil.
…