Günümüzün uyarı sistemlerini inceleme vakti gelmiş. Bunu incelememek için ısrar edenlere de birkaç “tokat” savurmak lazım çünkü hararetli tartışmalardan eser kalmamış… Eğer uyarı sistemlerini adım adım incelemezsek sonuç istenmeyen bir hâle bürünebiliyor. Ve bu cümleye kadar aklımızda tek bir pırıltı oluşmadıysa uyanma vaktini çoktan kaçırdık diyebilir miyiz?
Mesele, başlı başına bir karışıklık; birilerine ufak iyilikler yapmakla, yanlış zamanda yanlış yerde olmakla, dikkatsiz davranmakla vb. tedbirsizliklerle sizi bulan hataların tekrar etmesini engellemeye çalışmakla ilgili. Genellikle de bu ufak tefek hataların farkına varıldığında iş işten geçmiş oluyor. Neden mi? Çünkü birisini eleştirirsek, sesimizi yükseltirsek ya da tokat atarsak “kötü adam” oluyoruz. İş işten geçtikten sonra yumruklaşmayı işten sayıyor ve toplumun hayatına renk katıyoruz.
Ya da…
Hatalarımızın farkına başkalarından önce biz varıyoruz ve kendimizi suçlamaya başlıyoruz. Beynimizin içinde bir ses; kendimizle tartışmaya, tokatlaşmaya ve hatta güreş tutmaya zorluyor. Kendimizle başlattığımız çatışmaların kimse farkında değil ama biz iş yaptık sanıyor ve kendimizi yenmeye çalışıyoruz.
Toplum ve insan, tam da bu noktada bir kuralı hatırlamak zorunda kalıyor. Yaptıkları hatalara tekrar edenlere uyarı sunmak (iletişim kurmak) yerine bardağı taşıracak damlaları bekliyoruz. Efendiliğimizden kaybediyor, dilimizi bozunca ya da elimizi kaldırınca kayboluyoruz. Bir arada yaşıyor ve ancak toplum olamıyoruz.
Aileniz, okul arkadaşlarınız, iş arkadaşlarınız, dostlarınız, bağlı olduğunuz ülkenin memurları, ne işinize yaradığı belli olmayan özel sektör personelleri, yoldan geçenler, başka dilde konuşan insanlar vs, vs… Tüm bunlarla irili ufaklı hatalara maruz kalırken nasıl davranmamız gerektiğini kim söyleyecek? Ben mi? Asla! Yasalar mı? Yürütme organı çalışıyorsa pekâlâ!
Duvarda bir tuğla olmaktan bahsetmiyorum. Genel çıkarları, şahsi çıkarlardan üstün tutabildikçe konforlu yaşayacağımızı düşünüyorum; bu ayrı bir şey. Çok sesliliğin faydalarını görmek için tartışmamızın, haydi olmadı tokatlaşmamızın gerektiğini söylüyorum. İş yumruklaşmaya vardıktan sonra toplumun bir anlamı kalmıyor.
Kaç perdelik bir tiyatro sahnesindeyiz, bu belli değil. Rolümüzü oynamaya çalışıyorken başkalarının rollerini çalmaya ya da sahne dekorlarına zarar vermeye çalışmamamız lazım. Sahne dekorları, bizden sonraki oyuncuların da işini görecek çünkü belli ki dallandırıp budaklandırıp aynı oyunu sergileyip duruyoruz. Biz oynayıp biz seyrediyoruz. Biz eleştirip biz tekrar ediyoruz. Katarsis peşinde koşarken sendeleyip sövmektense hiç koşmamayı seçiyoruz. Sergilediğimiz oyunun geneli buna müsait. Yat-kalk-çalış-rolünü yap-yat-kalk-çalış… Bu zamanın bengi döngüsü de bu mudur? Evet ise bu döngünün en iyisini yapalım. “Rolünü yap” kısmını unutmayalım.