Yaşlandı Bu Dünya

Benimle birlikte yaşlandı bu dünya Tuttuğum defterler ellerimi kirletiyor Şiir, insan meyvesi Her şiir bir çağla Dolu vurdu, döküldü bu çağda Renkleri soldu gökkuşaklarında Sesleri çınlamıyor meydanlarda Yumuşak tenini hissetmiyor ellerim Kokusu keskin değil eskisi gibi Kalbimi sızlatmıyor çektiği acılar…

Kum Saati

Şimdi bir odada oturup beni bekliyorsun eskisi gibi körpe heveslerin her şey dün başlamış gibi izliyoruz önümüzde ne varsa sessizce bir bakmışsın yan yanayız en uzaktayken bir bakmışsın susup izliyoruz öylece iki satırın belini kırıyoruz üçten geriye doğru sayıyorum her…

Yer Ölüm Gök Hayat

Hayat ve ölüm arasındaki ince çizgideyim. Bir sınır, dip, yol sonu, girdap, bir uç ya da dehliz… Etrafımı saran öfkeli kalabalığın nidaları arşa yükselirken kalbime çarpıyor. Zemin, ayaklarımın arasından kayıp gidiyor sanki. Sanki, amansız bir fırtınadayım, sonsuza dek pervane gibi…

Köyde Nü

İşte akın akın geliyor insanlar. Yurt dışından bile. “Şehir hayatında bunalmışlar için ne büyük nimet burası, diyorlar. Nimet deyince en çok ekmek yapmaya özeniyor bu şehirliler. Fırınların içine düşecekler neredeyse. Bir de yemeleri var ki sonrasında. Nasıl yemesinler dört yüz…

İlk Işıkta Karanlık

Gözler kısık, gecenin köşelerinde, Başlangıç ve bitiş, kaybolur her yerde, Bir haberin ardında, sessiz bir kış, Sonsuz bir bekleyiş, eksik bir yaşayış. Politik arena, boş vaatler dolu, Gözlerde bir umut, ellerde kara para, Karanlık odalarda, pazarlık masası, Düşlerin ardında, çürük…

Arş-ı Sır

Sırrın ve imkansızlığın kol gezdiği yamaçta Düştü toprağa kırdı kabuğu kaldırdı başını Büyüdü ve yükseldi vuruldu dağın koynunda Olmayan gözleriyle göğü delen o beyaz doruğa Ona uzak, ona soluk delirebilse delirecek karşısında. Keskin kayalar yırtsa kabuğunu yakamaz Bin türlü özlem…

Sürgün Ruhlar

ruhsuz bir geceye uyandığım kendimedir kendimedir susamışlığım ebedi bir yazgıyı taşıyorum alnımda sürgünüm, bahtsızım, tükenmişim… ölü bir yalnızlıktı taşıdığım kamburlaşmış anılar ağırlığınca gözyaşlarımın yolları nasırlı kurumuş pınarları… siyahın içinde gri gizliymiş derler beyazı saklarmış griler kül rengiymiş bütün anılar tüm…

Mayıs

Yaza geçmeden hemen önceydi Yazıya geçmeye beş vardı. “Maia”ydı adı. Maia, yedi kardeşin en büyüğü, yerin yüzü, yağmur perisi.. Zeus mu sakladı seni? Sen mi kendine saklandın? Zamanın birinde, hırsız karganın gagasıyla taşındı göğe. Zamanın ilinde konacak bir yeri yoktu…

Tomris Büyüdü

Gün kızıla dönerek bir nevi muradına ermekteydi, Gün dinlenecekti Ben de bazen dinlenmeyi isterdim bir kızıl tenhada Bazen isterdim sessizce çekilebilmeyi ana yurduma Sahi neresiydi yurdum benim? Bir ip ucunda yürür gibi bağlı olduğun yer midir yurt Yoksa çıplak ayaklarınla…

Yok’tan Var’a, Var’dan Yok’a

Tüm dünya genelinde bulunan ve nadiren insanların başvurduğu fenomenlerden birisine “iletişim” diyebiliriz. Aslında; her şeyin başı olarak kabul edilmesi gereken bu olgudan neden uzaklaşmaya çalıştığımızı da anlamak mümkün değil… Her şeyin başı olma durumu da şuradan geliyor; bir şey vardır…

BİR KÜÇÜK NOT

İletişim: info@rihtimdergi.com

YAZI GÖNDER

Geçici bir süreliğine ekibimiz dışından gelen yazılar değerlendirmeye alınmayacaktır.

Detaylı bilgi için tıklayınız.