Sırrın ve imkansızlığın kol gezdiği yamaçta
Düştü toprağa kırdı kabuğu kaldırdı başını
Büyüdü ve yükseldi vuruldu dağın koynunda
Olmayan gözleriyle göğü delen o beyaz doruğa
Ona uzak, ona soluk
delirebilse delirecek karşısında.
Keskin kayalar yırtsa kabuğunu yakamaz
Bin türlü özlem doldurur kalbini.
Koşan fırtınalardan düşen yıldırımlardan
Kalan yaralar kapatmaz
Bekler durur yasaklanmış ulu yüksekliği.
Olmayan ağzından bir ah çıksa
Yıkıp kavurur belki her yeri
Kopamaz zindan gibi evinden toprağından
Bekler durur sonunun gelişini
Zirve aydınlıkla dolu bir tapınak
Her gece ve her gece eder davetini
Ağaç köklerinden bağlı ve tutsak
Yıldızlara bile anlatamaz derdini.
Sessiz bir keder umutsuz bir dilek
Yapraklarının hışırtısında kaybolup giderdi.
Kaldı rüyalar gerçeğin gölgesinde
Ne rüzgâr anlar ne kuşlar
Ne dağ bilir şimdi ne zirve
Ne de gölgesinde huzur bulanlar.
Saklı kalır bir sır, olmayan kalbinde
Bir ateş yaksa kökleriyle birlikte
O vakit anlatabilir derdini, çatırdarken
O vakit acır hâline rüzgâr, duyar sesini.
Var gücüyle savuruverir zirveye
Kalan küllerini.
Sayı: 64