Evin içinde dönüp duruyorsun. Arada durup arka camdan sokağa bakıyorsun. Karşı apartmana girip çıkanlar oluyor. Bir kadın merdivenlerden çocuk arabasını çıkarmaya çalışıyor. Birbirinizi tanımıyorsunuz ama sen şimdi onun hayatından bir an’ı gördün işte. Bu, onu sana tanış yapar mı? Hani yıllar önce vapurda yaşı geçkince bir kadın görmüştün. Grileşmiş saçları hâlâ çok gür. Bol bir topuzla ensesinde toplanmış. İncecik düzgün bacaklarını dizinin hemen altında bitiveren eteği örtüyor. Üstünde yakası göğüs dekoltesine uzanan bir bluz ve onun da üstünde minik kaşmir bir hırka. Yüzü gençliğinin güzelliğini hatırlatacak şekilde yaşlanmış. Hâlâ vakarla ışıldıyor. Hiç kimseye bakmadan etrafını seyrediyor, ilgisiz. Kucağında tuttuğu çanta, eski bir Vuitton. Yüzü gibi, ayağındaki kibar deri ayakkabılarda da karakteristik çizgiler oluşmuş. Üzerindeki her şey öylece kadınla birlikte yavaşça yaşlanmış gibi. Yıllanmış giysilerini zarafetle taşıyan o kadın, tüm yolculuk boyunca başlı başına anıtsal bir abide gibi oturmuştu karşında. Hatırla, işte o zaman, duygularından çok emin olarak o kadınla tanıştığınızı düşünmüştün. Sadece kadının hayatında bulunduğu o yirmi dakikalık yolculuk anına tanıklık etmekle kalmamış, zihninde onun gençliğine kadar gitmiş, birçok farklı ortamda ona bir yaşam biçmiştin. Çok sonra, günün birinde Kadıköy’ün kalabalığında yürürken, tam olarak Balık Pazarı’nın ortasında, tekrar görmüştün onu. Aradan geçen zaman, kadınla tanışıklığını silmemişti. Kuşkuya yer bırakmayacak kadar hatırladığın o kadın ise seni tanımadan geçmişti yanından. Dönüp arkasından bakmıştın. Yanına gidip kendini tanıtmak ve tekrar karşılaşmamız tesadüf olamaz demek istemiştin. Önünde kalakaldığın balıkçı, meraklı gözlerle bakmıştı sana. Kalabalık birbirinden habersiz akıp gidiyordu. Öylece durmuştun. Belki balıkçı sana bakmıyor olsaydı, arkasından giderdin. Dönüp yoluna devam ettin. Demek hiç tanış olmamıştınız. Üzülmüş müydün? Elbette. Bak hâlâ üzülüyorsun.
Durma çık dışarıya. Kaç gün oldu evdesin. Beni dinliyor, çıkıyorsun. Nereye gideceğini bilmeden yürüyorsun. Sokaklardan caddelere varıyorsun. Parklardan geçiyorsun. Kimse seni görmüyor. Görsün istiyorsun. Durup bir yerde otursan, garson dışında kaç kişi varır farkına. Her gün gelip aynı yerde, yeteri kadar uzun otursan, görünür olur musun. Her yer çok kalabalık, herkesin bir işi, meşgalesi var. Yürümeye devam ediyorsun. Cep telefonlarından bir şeylere bakıp gülüşen gençlerin yanından geçiyorsun. İki kadın kuyumcu vitrininden takı beğeniyorlar. Yüzlerinde beğendikleri takıları bir gün alabileceklerine dair inanç kıvılcımları. Tavuk dönercinin önünde bir köpek, onun da gözleri ümitle bakıyor. Çeyrek ekmek döner alıyorsun; hayır, yeşillik istemiyorsun. Köpek anladı ona aldığını, gözleri sana çevrili. Kâğıdı açıp bölüyorsun, dönercinin komisi kötü kötü bakıyor. İlerdeki apartman girişinde yere bırakıyorsun elindekini. Köpeği seyretmek için iyi bir yer seçtin. Hızlı hızlı yiyişini seyrediyorsun. Bitince kâğıdı yalayacak kadar iştahlı ve sonra yanına gelip elini yalayacak kadar da dost canlısı. Tekrar yürümeye başladın, köpek arkandan geliyor. Mutlu musun?
Eve taksiyle dönüyorsun. Bacakların ağrıyor. Balkonda oturup karşı apartmana girip çıkanlara bakıyorsun yine. Çocuk arabası çıkartan sabahki kadın kaçıncı katta oturuyor acaba. Onu da bir gün mahalle bakkalında görürsün belki. Vapurdaki kadın gibi hatırlarsın şaşkınlıkla karışık. Şu balkondaki adam elinde kalem, ne yazıyor kim bilir. Pek de umurunda değil. Ağrıyan bacaklarından kaynaklı bir heyecan dikkatini dağıtıyor. İçinde sevince benzer bir kıpırtı. Yarın marketten köpek maması almaya karar veriyorsun. Köpeğe her gün tavuk döner yedirmek olmaz tabii.

Çağla Uzuner
Lisans, İngiliz Dili ve Edebiyatı, 19 Mayis Universitesi. Yüksek Lisans, İşletme Yönetimi, Middlesex Universitesi.
Paylaş
Previous Article
Hasbihâl
Next Article