“Demek ki böyleymiş…” düşüncelerimizi sunmaya çalışıyoruz; daha fazlasını değil. Bundan âlâ kumar mı var? Sadece bir tahmini yaşıyoruz ve gölün maya tutmasını bekliyoruz. Peki; şu an tam olarak neden bahsediyoruz?
İnsanların iletişim yöntemleri kadar neden iletişim kurdukları da önemli. Bir fikir beyanı ya da fikirsizlik bildirgesi niteliği taşıyan milyonlarca farklı iletişim çabası yaşanıyor şu an. Tam da sen bunları okurken gerçekleşiyor; verilerin interaktif ortamlarda dolaşması, medya (bunu her anlamda söylüyorum), sohbet, aile içi konuşmalar, aile dışı konuşmalar, binlerce yıllık öğretilerin tekrarları, öyküler, romanlar, şiirler, şarkılar, danslar, sanatlar… Fikir barındırsın ya da barındırmasın, bunun cidden bir önemi yok, karşısındaki kişiye bir algı oluşturmak için milyonlarca düşünce türüyor, sönüyor, tekrar doğuyor, güçleniyor, sakat kalıyor, uçuyor, derinlere dalıyor ve daha niceleri yaşanıyor… Ama bu göl her zaman maya tutmuyor.
Gelelim “Demek ki böyleymiş…” kısmına, hani şu etrafımızdan topladığımız verileri değerlendirip bir sonuca ulaştığımız kısım: DÜŞÜNMEK! İşte; tam da burada işler karışıyor çünkü topladığımız verilerin biri, bir diğerini yalanlamaktan öteye geçmeyen bir hâlde beliriyor. Atasözlerinden daha güzel örnek olmaz bu konuda; gün gelir “Damlaya damlaya göl olur.” deriz fakat “Taşıma suyla değirmen dönmez.” demeyi de unutmuş değiliz… Günü gününe tutmayan hayatımızda da her zaman doğruyu ya da optimum faydayı sağlayacak kudrete/şansa sahip olmadığımıza göre de hatalı ya da zararlı sonuçlara ulaşabiliriz. İşin kumar kısmı burada: Sorunlar neredeyse anlık olarak değiştiği için sonuçların sabit kalması da mümkün değil. Önemli olan şey “Demek ki böyleymiş…” dediğimiz anda zararlı durumda olsak bile olayın aslını kavrayabilmek. Kavrayabilmek için düşünebilmek. Düşünebilmek için yeterli veriyi toplayabilmek.
İnsan konuşurken düşünemez, eğer “ı-, e-, a-” gibi sesli harfleri düşünmekte olduğunu belli etmek ister gibi uzun uzadıya seslendirmiyorsa, daha önceden oluşmuş bir düşünceyi sunuyordur bu kişi. Bu “ı-“lamalara alerjisi olan birinin karşısında konuşuyorsa da dinlenilmiyordur, bu kesin. Yüz yüzeyken görüşmesek zaten daha iyi, ver bana kendimi ifade edebilmem için bir köşe, oh, saatlerce yaza-sile bir şeyler hazırlarım, uf, birileri de okur ve kendimi ifade etmiş olurum, ı-, şey, tam olarak böyle gitmiyor bu iş çünkü yazılı olarak sunulan bir fikirlilik ya da fikirsizlik yazısının da sonuna kadar okunması için belirli şartları taşıması lazım. 750 kelimeyi aşkın bir yazının sadece 15 kelimelik bir cümlesinin alınıp da konu dışı bir yere sürüklenme ihtimali var. Aslında bu bir ihtimal bile değil; bir meslek ama konumuz bu değil, nasıl konumuz bu olmasın, yazıyı yazan ben, ifade etmeye çalıştığım şeylerin dışına taşınmaya çalışılan benim konum, ama “Bu beni ilgilendirmez.” mi demeliyim? Kendini ifade etmeye çalışan herkese bol şans dilemekten başka bir çaremiz yok çünkü bu ifade işi tam bir kumar.
Biz yine kendimize yakıştırdığımızı yaparak bu kumarı oynayalım; örneklem için kısa bir öykü oluşturmaya çalışalım ve sorularımızı soralım;
Bir uzay aracı dünyaya iniş yapıyor, içerisinden her birinin boyu 7-8 metreye varan insan siluetinde varlıklar çıkıyor, 15-17 kişi kadar varlar ve üzerlerinde giyindikleri/kuşandıkları şeylerin de alışık olmadığımız türden silahlar olabileceği tahmin ediliyor. Bu varlıklar gemiden iner inmez hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Ölçüleri büyük ya, sesleri de bir o kadar gür. Baş ağrıtmaktan öteye geçmeyen bir sorun olarak görülüyor ilk başta ama hiç de susacağa benzemiyorlar. Haberlere bakacak olursak bu devler ölümsüz, epey bir yaşanmışlıkları var, çok dertliler, biraz ağlayıp gezegeni terk edecekler, tahminlerine göre bir ya da iki sene boyunca aralıksız ağlamaları bekleniyor. Hayvan hakları savunucuları ise durumdan hiç memnun değil, gerek evde gerekse sokakta yaşayan hayvanlar bir garip davranmaya başlıyor. Uzay gemisinin iniş yaptığı bölge mükemmel turizm çağının açıldığını düşünürken, şimdilerde onlar da ağlamaya başlamış çünkü bu devlerin ağlama sesleri okyanus aşırı kıtalara kadar ulaşıyor, lanet gelsin, uzaylılar gitsin, ağlanacak başka gezegen mi bulamadınız bu evrende?
Haberciler tahminlerinde sapma payı olsa da haklı çıkıyorlar, 8 yıl boyunca ağladıktan sonra uzaylılar hiçbir şey olmamış gibi uzay araçlarına binip bu gezegeni terk ediyorlar; kendileri tarafından yapılmış tek bir açıklama olamadan gidiyorlar. Size bu kadar bilgiyi sunduktan sonra ise sorularımız geliyor: 1. İnsanlar, bu devler gittikten sonra 6 ay boyunca gündemlerinde nasıl konuları bulundurmuşlardır? 2. Uzaylıların derdi ne?
Bu örnekte de yazının baş kısmında ifade edemediğimi düşündüğüm bir noktaya değinme amacı taşıyorum ki o nokta da şu: Sorunlar ve sonuçlar sürekli olarak değişiyor ancak bizim zihnimiz gibi düzensizliğin düzenini kurmaya çalışan bir yapı, bu sayısız değişkenlerin sadece bazılarını veri olarak değerlendiriyor. Yukarıda verilen bu 2 sorunun sınırsız cevabı olabileceğinin farkındayız ama maalesef o sınırsızlıkla bize dönüş olmayacak; yaş grupları, yaşanan çevre, eğitim-öğretim alınan kurumlar, hobiler vs. etkenlere göre insanları sınıflandırdığımızda hep birbirine yakın cevaplar alacağız. Sonuç olarak: Evet, bu bir kumar ama kalıba alınmış ve öngörülebilir bir kumar…
Haydi, biz müsaadenizi alalım da, eğer canınız çekiyorsa “hür irade”nizle biraz “Hür irade nedir?” diye düşünün. Var öyle bir şey… Olmalı yani… I-, şey…