İnsanların hayatlarındaki zorlukların hepsinin aynı düzeyde olmadığını biliyorum ve keza herkesin kendi derdinin kendisine zor geldiğini. Ancak peki mücadele? İşte tam da bu noktada bir şeyler değişiyor ve yerini kişilerin mücadele etme isteği devreye giriyor. Mücadele dediğimiz şey bir insanın hastalıkla, aileyle ya da çevresiyle mücadelesi değil; en anlamlı mücadele insanın kendisiyle olan mücadelesi. Düşmek isteyen içerideki bir benle mücadele edip diğer benin onu ayağa kaldırması ile başlıyor süreç. Bu, belki de insanın en büyük sınavı. Çünkü en çetin savaş, insanın kendi iç dünyasında verdiği savaştır. Özdemir Asaf’ın bahsettiği üzere:
“İnsanın en büyük kavgası da savaşı da kendisiyleydi ve bu savaşı dindirmenin en iyi yolu; kendinle barış yapmaktan geçiyordu.”
Hiçbirimizin bir taştan yaratılmadığına bence hepimiz hemfikirizdir. Taş olmadığımıza göre duygularımız, düşüşlerimiz ve kalkışlarımız var. Hayat dediğimiz şey, tam da bu döngüyle şekilleniyor. Hiç kimse yoktur ki mutsuzluğu bilmiyor olsun, hayatında hiç mutsuz olmasın. Ve bu bahsettiğim şeyin de maddiyatla ilgisi yok, emin olun. Maddi gücün insanın ruh hâline bir noktaya kadar etki edebileceği doğrudur; ancak mutluluk ya da mutsuzluk, insanın iç dünyasında şekillenen duygulardır. Ben Tali Serbaş değilim; maddi durum iyiliğinin bir yük olduğundan bahsetmiyorum elbette ve hak edilmemiş gelire sahip olanların yaşadığı durumlardan. Bahsettiğim şu ki, eğer yere düşüyorsak, biri bize elini uzattığında bile, eğer istemiyorsak o yapıştığımız yerden kalkamayız. İnsan, kendi içinden gelen bir istek ve irade olmadan, başkasının desteğiyle ayağa kalkamaz.
Zihin çok karmaşık bir alan benim için ve belki uzayın en derin yerlerinin sırrı çözülür de zihnin sınırları ya da sınırsızlığının yakın bir zamanda çözüme kavuşacağını pek sanmıyorum. Barındırdığımız hislerin ağırlığının altında kalmamız, yaşadığımız bazı üzüntüler sonrası vücudumuzun sanki uyuz hastalığı varmış gibi birebir aynı belirtileri gösterip yara dökmesi, bir daha görmek istemediğimiz dünya için hiçbir fizyolojik sıkıntı yokken görme duyumuzun kaybolması… İşte bunlar zihnin ne kadar derin ve karmaşık bir yapı olduğunun göstergesi. Zihin bir derinliktir ve içine çekilmek de onu yönetmek de çoğu zaman elimizdedir. Ama işte tam burada mücadele devreye giriyor. Zihin bizi içine çekip hapsedecek mi, yoksa biz mi onu yönlendireceğiz? İşte bu sorunun cevabı, mücadeleyi nasıl verdiğimize bağlı.
Zorluklarla mücadele şekli, zihnin nasıl ilerleyeceğini belirler. Her sıkıntıda yere düşüp kalkmamak mı, yoksa yere düşmeyi kalkmak için bir fırsat olarak görmek mi? Hayat her zaman düşündüğümüz kadar adil değil belki ama bizim onun içinde aldığımız tavır, bir anlamda bizim hikâyemizi şekillendiriyor. Bazen büyük düşüşler yaşarız, bazen bir rüzgâr gibi hafif bir sarsıntı ama önemli olan ne kadar sert düştüğümüz değil, ne kadar güçlü ayağa kalkabildiğimizdir.
Her zaman içinde yaşadığımız durumun daha kötüsü var mıdır? Vardır. Ancak mücadele, daha kötüsünü düşünerek ayakta bırakmaz insanı; sahici değildir. Mücadele “Senden daha kötüler de var, ayağa kalk.” ile başlarsa, kötü insanlar görmeyince “Ben en kötü durumdayım, artık kalkmamın bir anlamı yok.” ile biter. Mücadele, dışarıdaki şartlardan bağımsız olarak, insanın içinden gelen bir istekle başlamalıdır. Ayağa neden kalkmamız lazım? Çünkü insan, oturduğu ve yattığı yerden hiçbir şeyi halletmemiştir bugüne kadar ve halletmeyecektir.
Kendi içimizdeki savaşı kazanmadığımız sürece hiçbir dış savaşta gerçek bir zafer kazanamayız. İçimizdeki kırılmış parçalarla ilerlemeye çalışırken hayatın yükü daha da ağır gelir insana. O yüzden önce kendimizi iyileştirmeli, kendimizle savaşmaktan vazgeçmeli, hatta kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeyi öğrenmeliyiz. Çünkü düşmek de insan olmanın bir parçası. Hatalarımız, eksikliklerimiz, yetersiz hissettiğimiz anlar… Hepsi bizim bir parçamız ve onlardan kaçamayız. Ama onlara rağmen ayağa kalkmayı öğrendiğimizde, işte o zaman hayat gerçekten bizim elimizde olur.
Hiç kimse için değil, kendimiz için düşmeli ve sonra da ayağa kalkmanın bir yolunu bulmalıyız. Birileri ayakta ya da birileri çok kötü durumda olduğu için değil, sade ve sadece kendimiz için. Çünkü insan, kendi gücünü ancak düştüğünde ve tekrar ayağa kalktığında keşfeder. Hayatın sertliği karşısında kendimizi kaybetmemek için, önce kendimizi bulmalı, kendimize inanmalı ve kendi içimizde barış sağlamalıyız.
Çünkü hayat zor ve onu kolaylaştırmak da daima bizim elimizde, içimizde.