Kriz kelimesinden anladığımız şey farklı olabilir. Soğukkanlı, belki umursamaz biri olabilirsiniz. Peki ama tanıdığınız, bildiğiniz herkesin öldüğünü, dünyanın ölüm sessizliğine büründüğünü ve eski hayatınızın tamamen geride kaldığını bir hayal etsenize.
Edebildiniz mi?
Uyarı: Yazının kalanı Stephen King’in Mahşer adlı eserine dair bilgi içermektedir. 1216 sayfanın tamamı okunmadan bu yazının okunmasından ve doğabilecek sonuçlardan yazar sorumlu değildir.
Neredeyse modern bir post-apokaliptik hikaye
Orijinal adı The Stand olan ve King’in ilk başta “çok uzun” olduğu gerekçesiyle sayfaları kesip biçerek, 10-15 ana karakterin yaşamlarını kırparak 400 sayfaya kadar indirip yayımlamak zorunda kaldığı bu devasa roman, 2012 senesinde Altın Kitaplar’dan “sansürsüz tam metin” ibaresiyle tam 1216 sayfa olarak yayımlandı. Kapaktaki bu yazı, onu gören herkeste bir kafa karışıklığına yol açmıştır tahminimce. Sansürsüz tam baskı ne demekti? 800 küsur sayfa ne sansürlenmişti? Stephen King o eşsiz üslubuyla yine nelerin peşindeydi?
King’in romanlarına aşina biriyseniz, o ilk birkaç bölümde anlatılan karakter/aile hayatına aşinasınızdır. Her şey öyle birden patlak vermez. Önce karakteri biraz tanırsınız ve tam hayatına alışmışken- bam! Kıyamet alametleri başlamıştır.
Mahşer’de de bu çizgi izleniyor, bir adamın karısını ve çocuğunu alarak apar topar bir yerden kaçtığı ilk birkaç sayfa hariç. Üç kitap olarak kendi içinde bölünmüş romanı okumayı zorlaştıran etkenlerden biri burada ön plana çıkıyor, siz Hapscomb’un benzin istasyonunda olanlara odaklanmışken aniden buradaki karakterlerin hepsinin ayrı hikayeleri veriliyor. Bu bir zenginlik öğesi, olması gereken bir şey, fakat yaklaşık 10 kişiyi kitap sayfalarından tüm hayatlarıyla tanıyınca insanın kafası karışmıyor değil. İlk kitabı okurken birkaç kere geriye dönüp kimin kim olduğunu ve nerede olduğunu hatırlamaya çalışıyorsunuz. Karakterler yeterince derin, gerçekçi fakat ilerleyen sayfalarda sayısız kere göreceğiniz gibi, kalabaklıklar.
Öksürük, halsizlik gibi basit semptomlarla başlar sıkıntı. Bunu oldukça yüksek bir ateş ve sayıklamalar takip eder, fakat sorun şudur ki, bundan sonra olanlara kimse engel olamaz. Derken boğazların şişip morarması ve kaçınılmaz son, ölüm. Ölüm dehşet vericidir. Korkutucudur. Doktorlar yardımcı olmakta çaresiz kalır. Kendileri de aynı hastalığın pençesindedir.
Süpergrip, nam-ı diğer Kaptan Trips, kimsenini öngöremeyeceği kadar bulaşıcıdır. Eve gidene kadar beş kişiye bulaştırırsınız virüsü, konuştuklarınız hastalanır, kaçış yolu kalmamıştır.
Çok geçmeden herkes ölmeye başlar. Doktorlar, küçük bir kasabadaki herkes –sağır ve dilsiz Nick hariç-, gardiyanlar, aileler… Artık ne mülkiyet kalmıştır ne yasa, çünkü bunlar için önce insana ihtiyaç vardır ve nüfusun yüzde doksan dokuzu yok olmuştur.
Karakter çokluğu burada avantaj haline geliyor ve Amerika Birleşik Devletleri’nin dört bir yanında insanların tek kalan olduklarına inanarak nasıl yola çıktıklarını anlatırken okuyucu sıkma riskini azaltıyor. Kaos her yerde, yoldaki mahvolmuş cesetlerde, doktor bulamadığı için alakasız hastalıklardan ölenlerde, Frannie gibi hamile –ve aşık- kadınlarda..
İnsan doğasının çıplak gerçeğine değiniyor kitap. İyilerin de tamamen iyi olmadığını, her şeyi düzeltmek için bir fırsat olarak bulunabilecek bu kıyamette bile kötülüğün insanın içinde kaldığını, kafamızın her daim karışık olduğunu anlatıyor. Ve Randal Flagg, King’in diğer kitaplarında da ortaya çıkacak o saf ve insan olmayan kötü tam da bu noktada ortaya çıkıyor.
Tam yedi kitapta kendini gösteren Flagg bazen R.F., bazen Kara Adam, bazen başka bir isimle ortaya çıksa da sonuç aynıdır. İnsanlar bakmakta zorlanır onun yüzüne, yakışıklıdır, genç görünümlüdür, fakat kâbus gibidir. Dahası, kâbusun ta kendisidir. Birbirini tanımayan yüzlerce insanın rüyalarına girip kendini gösteren ve bazen onları çağıran, bazense korkutmakla yetinen varlık odur.
Fakat, yüzlerce Amerikalının aklına girebilen tek şahıs kendisi değil. Bu noktada Abagail Freemantle ile tanışıyoruz, 108 yaşındaki bu siyahi kadın Batı’dakilerce ilahi görülmeye başlanan biridir. Herkes onu rüyalarından tanır, ve bu kadın gerçekten kitap boyunca gizemini korur. Ölümünün ardından hikayenin nereye varacağını kestirmekte zorlanabilirsiniz, zira Abagil Ana’nın neredeyse tanrı ile iletişime geçebildiğini söylemek yanlış olmaz. Kendisi, Mahşer evrenindeki iyiliğin temsilcisidir.
Takip edebilecekleri iki yol vardır, Flagg’ın sonsuz karanlığı ya da Abagail Ana’nın liderliğinde yeni bir yaşam biçimi, yeni bir düzen. Yasalar, düzen, toplum işte burada tekrar gerekmiştir.
Sadece bir gerilim-korku romanı okuma beklentisi ile başlamamak lazım kitaba, insanı ne kadar gerse de bu bir korku romanı ya distopik bir hikaye değil. Mahşer, insanın nasıl bir canlı olduğuna dair açık ve dürüst bir itiraf.