“Toprak, aynı toprak ama yetiştirdiği şeyler birbirinden farklı oluyor.” cümlesini kurduktan sonra etrafımıza bol keseden akıl dağıtarak yaşamayı sürdürebiliriz. Bu cümlenin doğruluk payı üzerinde tartışıp durabiliriz ama topraksız tarım mümkünken böylesi bir konuda tartışmak neye yarar?
Aynısını yapıyorum, bundan önceki köşe yazılarında yaptığımın birebir aynısı: Belirli fenomenleri alıp insanların “rolleri” üzerine benzetmeler kuruyorum. Toprak, aynı toprak oluyor ama üzerinde yaşayan insanlar birbirinden farklı… Topraksız tarım mümkünken (mültecileri karın tokluğuna çalıştıran serbest piyasa tabanlı özel firmalar mevcutken) böylesi bir konuda tartışmak neye yarıyor?
Tek çeşit toprakta sayısız çeşit canlının yaşamına uygun bir etüt oluşacağını herkes bilmektedir. Gözden kaçan şey, genellikle bu etüt içerisinde bulunan elemanları “insanca” yorumlama kabiliyetinin bizlere dikte edilmesidir. Örneğin; zehirli bitkilerin zararlı olduğunu düşünerek onları yok etmeye çalışan canlılar hâline geliyoruz. Belki bizim için tehlikeli olan bu canlıları bizden uzak tutma arzumuzun cevabı hayatta kalma içgüdümüzdür. İyi de, ben hayatta kalacağım diye kaç farklı tür canlının canına okuyorum? Boşuna mı okuyorum?
Üzerinde bulunduğum topraklarda zehirli olan şeylerin sadece böcekler, kemirgenler, bitkiler ya da hayvanlar olmadığının farkında olarak (neredeyse unutmuyordum, bilerek ertelediğim diğer bir tür de insanlar) beş duyu organıyla fark edemeyeceğim başkaca zararlı şeyler olduğunun da farkına varıyorum. Peki, toprakta bulunup bulunmadığını bilmediğim ama üzerinde yaşayan canlılarda bulunduğunu ileri sürdüğüm ve varlığını kanıtlayamasam da olduğunu bildiğim bu şeyler nelerdir? “İyilik ve kötülük”ten bahsediyorum. Beş duyusundan herhangi biriyle bu olguları analiz edebilen mi var?
Toprak, aynı toprak… Aynı bölgede büyümüş insanların gübresi kültürleri mi oluyor? Kişiliklerini geliştirmeleri için çeşit çeşit takviye gübre üretiliyor belli ki… Biraz kültür, biraz bilim, biraz yaşanmışlık, biraz mitoloji, biraz din… Herkesin tohumu da bir değil ki eşit oranda faydalansınlar. Çevrenize bir bakın; bol takviyeli ama takviyelerin yan etkilerini de bariz bir şekilde taşıyan, sözüm ona gelişmiş ya da geliştirilmiş, herhangi bir sıfatı tam olarak karşılayamayan çeşitli karakterlere sahip binlerce insan, hayvan, böcek ve bitki var. Tekrar ediyorum: toprak, aynı toprak…
Bunun yanı sıra; bir domates tohumunu alıp onu akıl almaz şekilde gübreleyerek bibere çeviremezsiniz (Hoş, bunu akıl alır şekilde yapsanız da başaramazsınız.). Ama insanların özel canlılar olduğunu itiraf etmekte fayda var. Engizisyon mahkemeleri akıl almaz (ya da alır) yöntemlerle bazı insanları sorgularken, tohumu karbon olan (aynı sizin ya da benim gibi) insan canlılarının aslında cadı olduğunu itiraf ettirebilmişlerdir. Buradaki fark şudur; onların gübreleme biçimleri sonucunda domates tohumu, biber tohumuna dönüşmemiş ama kendisini biber tohumu gibi görebilmiştir. Günümüzde de örnekleri devam eder bu durumun ve değişik yöntemlerle gübrelenen insanlar kendilerini dindar, vatansever, çalışkan, lider, sözü dikkate alınması gereken alim vb. şeyler gibi görebilirler. Tohum değişmez ama kendine bakış açısı değişir…
Domates mi, biber mi? Dışarıdan bakılınca bir anda anlaşılamıyor olabilir. Anlamak için onları kesip içine bakabiliriz ya da ısırıp tadına bakabiliriz… Bir şeyi anlamak için beş duyu organımıza sarılmamız şaşılacak şey değil, bir başkasını anlamak için onu incelememiz gerektiğine inanıyoruz. Ama kendimiz kimiz, bunu bilemiyoruz. Herkese içimiz farklı görünür; kimine domates oluruz, kimine ise biber. Tadımız da böyle farklılıklar gösterebilir etrafımızdaki insanlara. Peki, biz kendimiz için neyiz? Domates mi yoksa biber mi?