Saat gece 1 olmasına karşın evdeki tüm ışıklar yanıyordu. Uyku yoktu, konuşan yoktu. Herkes yaklaşık yarım saat önce kullanmadıkları ve depo işlevi gören odadan gelen seslere uyanmıştı. Sesler yabancı ama odayı açtıklarında gördükleri tablo gerçekti.
Yakut ailesinin 10 yıl önce kaybettikleri oğlu Aden’in tüm fotoğrafları ortada duruyordu. Bu acıdan kurtulmak için Ankara’dan Muğla’ya yerleşmişler ve bilmedikleri bu şehirde Aden’in eşinin yardımıyla ayakta kalmaya çalışmışlardı. Aden öleli 10, yerlerinden olalı 5 koca yıl geçmişti.
Olayın şaşkınlığından kimse konuşmuyordu. Her zaman oyunların oynandığı oda, sohbetin serildiği küçük ve mütevazi yuvarlak masada şimdi Aden’in fotoğrafları duruyordu. Herkesin gözü masadaydı ama birisi hariç. Aden’in eşi Belda hala odadaydı ve orayı kolaçan ediyordu. Işığı kapattı ve masaya doğru yöneldi ancak ışık tekrar açıldı. Belda kapatmadığını düşünerek geriye doğru adım atıp ışığı kapatmak için elini uzatması ile tüm evin ışıklarının kesilmesi bir oldu. Baba Karan Belda’ya seslendi “Belda iyi misin?” Sesi duymamıştı çünkü ses oraya ulaşamamıştı. Tam odadan çıkmak üzereyken bacağını kavrayan el geri çekti onu. Kapının kenarında bulunan çıkıntıya tutunmak istese bile yapamadı bunu, sendeledi ve düştü. Bir cıvıltı gibi çıkan çığlığı ondan cevap bekleyen Karan duydu. Duyduğu son ses “Hayır” diye cılız şekilde çıkan Belda’nın sesi oldu.
*
Karan yerdeki rahatsız kayan halının engeline rağmen koşarak depoya gitti kapıyı açan olmadı. “Belda kapıyı aç buradayım neler oluyor ses ver bana!” bağırışları fayda etmiyordu. Büyük ancak korkak oğlu Aral tereddütle yanına gidiyordu babasının. Gitmese de olabilirdi zaten pek sevdiği söylenemezdi Belda’yı. Ankara’dan geldikten sonra en fazla etkilenen Aral olmuştu. Ne kimse ile doğru düzgün konuşuyor ne de eskisi gibi gülüyordu. Belda’yı suçluyordu Muğla’ya gelmelerinden, eğer o önermese, istemese gelmeyeceklerdi. Zaten Aden yaşadığı süre boyunca yeteri kadar etkilemişti hayatını, bu kez ise eşi etkiliyordu. İçinde olan duygular nefret boyutuna gelmemişti tabii sonuçta kardeşiydi, kardeşi olmasa nefret edebilirdi belki…
Hala ses yoktu. Karan artık bir şeylerin ters gittiğinin iyice farkına varmıştı. Çözüm kapıyı zorlamaktı. Aral’ı çağırdı yardım etmesi için, tereddüt içinde geldi Aral. Eski kullandıkları masanın demir ayağı ile kırmaya uğraştılar kapıyı. Tahta olmasına karşın meşeden yapılan bir kapı olduğu için uğraştırmıştı onları. Epey zorlamadan sonra kapı kırıldı, Belda yoktu. Gözlerine inanamıyordu kimse “Baba Belda’nın burada olduğuna emin misin?”, “Başka nerede olabilir ki? Siz de duydunuz sesini, kapı kapandı ama yok!” Fazla uzatmadan ışığı yakıp etrafı kolaçan ettiler. Küçük olmasına rağmen uzun bir odaydı burası, ilerleyip sonuna kadar geldiler. Yerde gördüğü yüzüğü gizlice cebine attı Aral. “Yok lanet olası yerde yok” bağırışları evin üst katından bile duyuluyordu. Masada oturan felçli anne olan bitenleri duyuyor ama bir tepki veremiyordu. İnlemeleri, sadece yanıbaşında olan birinin duyacağı kadardı. Belda yoktu. Gelen Aden’in sesinin bir açıklaması olmalıydı, hayır hayal olamazdı tüm bu kadar ses. Oturma odasına girdikleri esnada cam çatırdamaya başladı, anne Melsa korkuyordu, saat gece yarısı 4 idi fakat evde öğlen gürültüsü hakimdi. Karan perdeyi kaldırıp camı açtı hiçbir şey yoktu. Bu kez sesleri duyan yalnızca kendisi değildi tabii. Sabahın olmasını ve jandarmaya durumu bildirmeyi bekliyorlardı. Hiç olmadığı kadar farklı geçen bir günün ardından ellerinde kalan kayıp bir Belda’ydı. Dün sabahtan beri başlayan gariplikler silsilesi son bulmuştu, başlangıcından çok daha enteresan biçimde.
Sabah garip hareketlerde bulunan Melsa anlamıştı bir şeyler olacağını belki de ondandı sürekli bağırması ve tepkileri. “Annen sana bir şey anlattı mı” diyerek sorgulamak istediği bir şey vardı sanki Karan’ın. Hayır! Dedi Aral sert bir şekilde. O kazadan beri hareket dahi edemeyen annemi mi suçlayacaksın şimdi de diyerek içindekilerin bir kısmını kusmaya başlıyordu galiba. Devamı gelmedi. Sustu. Sabah olanları düşündü Karan, bir ipucu olmalıydı, bulmalıydı. Eşine sordu bu kez de, farklı gördüğü, hissettiği bir şey olup olmadığını ancak Melsa tıplı bir duvar gibi tepkisizdi boşluğa doğru gözünü kırpmadan bakıyordu.
*
Vahim kaza 1990 yılının soğuk Aralık gecesinde gerçekleşmişti. Araçlarıyla normal seyirde giderken akıl almaz biçimde üstlerine hızla gelen taksiden kurtulmak için manevra yaparken uçurumdan aşağı yuvarlanmıştı araba. Melsa felç olmuş, Aden ise sonsuzluğa gitmişti. 10 yıldır evlatlarının acısı dinmiyordu. Eğer dışarı çıkmasalardı bunlar olmayacaktı belki de, Aden yaşayacaktı… Belda hamileydi o sırada ve evladının babasının acısına dayanamayıp çocuğunu kaybetmişti. Çocuklarının ismi bile belliydi Lina olacaktı ismi ama olmadı. Belda yaklaşık 6 ay Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde tedavi gördü. Bu süre boyunca ailesi onu hiç yalnız bırakmadı. Aden gitmişti ama ailesi onunlaydı. Ama artık Belda da yoktu. Bilinmez şekilde ortadan kaybolmuştu…