Hayatımız boyunca, kendi genel geçer yargılarımıza da bağlı kalarak, iz kuramından faydalanma eğilimi göstermekteyiz. Bu bir gerçek; doğayı takip et, yargıla, taklit et, bir döngü yakala ve kendini iyi hisset. Eğer yaşadığımız ortamı, zihnimizde tanımladığımız başka bir ortama benzetemezsek, huzursuzluk hissederiz. İz kuramı burada devreye girer ve bazen de yanılgılara sebebiyet verir:
“Şu an A caddesindesin, dün de buradaydın, dün de bu kadar insan vardı, evet, her şey yolunda!”
Her şeyin yolunda olduğu sinyalini veren zihnimiz aslında dünü referans alarak bu yargıya vardı. Ancak; eğer A caddesinde iken birini görüp ondan etkilendiyseniz ve ertesi gün yine A caddesine yaklaşıyorsanız, zihninizin dinamiği aşağıdaki gibi çalışacaktır;
“Şu an A caddesine girdin, dün de buradaydın, o buradaydı, aynen, tam da burada bakışlarını yakaladı, evet, doğru hatırlıyorsun, bir tebessüm söz konusuydu, bugün orada olmayabilir ama yarın olmayacağını kim bilebilir?”
Tabii ki bu karşılaşma tekrar gerçekleşmeyecektir. Gerçekleşse dahi, bir önceki beklentisizlik içerisindeki iki bireyin karşılaştığı arı duygular uyanmayacak, ve fakat, beklentileri karşılayacak hormon salgılama gerçekleşmezse “İyi de geçen sefer böyle olmamıştı!” denilecek…
Tam da kesin yargılarla konuşmaya başladığımızda; kar tanelerini, o altıgen yapılı buz parçalarını, incelemeye koyulabiliriz. Her bir kar tanesi, kendi gruplandırmasına yakışacak düzeyde, ana hatlarıyla var olma eğilimi gösterir ve bir kar tanesi ile diğeri asla birbirinin aynısı değildir. İz kuramına başvurmak gerekirse, kar taneleri de insanlar gibidir, var olmaları belli bir sistematiğin temeline dayalıdır ancak hiçbir birey bir diğerinin birebir aynısı olamamaktadır. Kaldı ki, “ben” diye düşünülen ve “irade” olarak adlandırılan bu zihin mekaniğinin her bireyde ayrı olduğu düşünülür. Yani ben, “Benim adım Serkan” dersem, bu cümleyi söyleyen bireyin varlığı değil, varlığını ilan eden zihin mekanizmasının sesini duymuş oluruz. Bu zihin mekanizmasının algoritmasını çıkartarak bir yazılım oluştursaydık ve bu yazılımı bir mutfak robotuna yükleseydik, şayet bu algoritmaya sahip yazılım canlı ve cansız nesnelere zarar vermemek için ant içmiş bir keşiş gibi davransaydı, ona artık “mutfak robotu” değil “anarşist robot” derdik. Buradaki saçmalık da tam olarak şudur: “Başkaları benim kendi ‘ben’ kavramım üzerinde beklentiler oluşturursa ve eğer bende onların aklındaki işlere uygun olmayan bir karakteristik özellik tespit ederlerse; bana ikinci kez isim verecek olan diğer ‘ben’ler ile benim aramda ne fark olacaktır?”
Kar taneleri altıgendir. Birbirlerinden farklıdır. Bunu; o şahsa bağıra bağıra söylemek gerekirdi: “Karlar düşer; bunun sebebi, yüksekte oluşmalarıdır!”
Karların hepsi aynı hızda düşmez; büyüklükleri ve şekilleri farklıdır, yere ulaşamadan eridikleri de olur ya da yere ulaşınca hemen eriyenleri, farklıdır onlar ve bu farklılıklar onların pek de ilgisini çekmez; çünkü düşmekle meşguldürler.
İşte öyle yüksekte oluşan duygular, patır patır olmasa da şarıl şurul, aşağılara düşmektedir. İnsanlar durduk yere yükselmezler ve kar tanelerinin de düşmesinde bir amaç vardır. Çünkü yüksekten başlarlar. Bazıları yüksekten başlatırlar. Her bir kar tanesi farklıdır ama hiçbiri, benim kadar, bu konuyla ilgili değiller.