Yıllardır sanat başlığı altında ortaya çıkarılan milyonlarca eser var: danslar, resimler, müzikler, tiyatrolar ve daha birçoğu… Fakat yüzyıllardır, insanlar sanatı ihtiyaç duydukları özgürlük duygusu ve kimi zaman korkan kimi zaman da yasaklanan, içlerinde saklı onca duyguyu anlatmak için kullandılar.
“Eğer dünya açık, aydınlık olsaydı sanat olmazdı.” – Albert Camus
Yıllar boyu herkes bir şeyler yazmak, bir şeyler çizmek hatta müziğin ritmine kendini bırakıp bulunduğu bütün yoksunluklardan uzaklaşmak için sanat adına bir adım attı.
“Sanat, bir haz, bir avuntu ya da eğlence değildir; Çok yüce bir şeydir. Sanat insanların bilincini ve aklını, duygu alanına aktaran bir insanlık yaşamı organıdır.” – Tolstoy
Kendimizi ifade etmek, içimizdekileri dökmek için yaptığımız her şeye sanat mı diyeceksiniz? Evet, sanat; çünkü sanat insanların hayal gücünün ve yaratıcılığının en temel göstergesidir. Geçmişten günümüze kurallara bazı gerekliliklere sığdırılmaya çalışılsa da en başarılı, ilklere imza atmış, yıllara meydan okumuş sanatçıların hepsi; konulan kurallardan-gerekliliklerden çıkıp, kendi varoluşlarını yeniden yarattıkları için ölümsüz oldular.
Günümüze geldiğimizde ise geçmişinde özgürlükler, mücadeleler, en güçsüz zamanların gücü olarak ortaya çıkmış sanat şimdilerin lüksü olmaya başlamış. Peki neden? Kaçtığımız için mi, zor olduğu için mi, ulaşılmaz olduğu için mi?
Hayır, bunların hiç biri değil; kendimizi ifade etmekten çekiniyoruz, insanlar ne der düşüncesiyle ‘sanattan kaçıyoruz’. Konulan kurallar ve gereklilikleri yapmak zorunda olduğumuzu düşünüp kendimizi kalıplara sığdırmaya çalışıyoruz ve ‘zor olduğunu’ düşünüyoruz. Kendimizi görmeye, yanlışlarımızı doğrularımızı görmeye katlanamıyoruz; kendimizden kaçıyoruz, haliyle içimizde olan sanattan uzaklaşıyor ve onu “ulaşılmaz” yapıyoruz.
“Sanatımız, gözümüzün gerçekle kamaşmasıdır. Geri geri kaçan ucube maskelere vuran ışıktır gerçek, başka bir şey değil.” – Franz Kafka
Şimdilerde ise kendimize ayıracak vaktimiz yok, her anımızı sosyal medyada paylaşmadan; “bugün buraya gittim, bugün bunu yaptım, bunu yedim” demeden duramıyoruz. Bulunduğumuz anı yaşamak yerine o anı başkalarıyla paylaşmak için telefonlarımıza sarılıyoruz, anı kaçırıyoruz. Çok mutlu olduğumuzda yahut üzgün olduğumuzda bir kâğıt bir kalem bir şeyler yazmak, çizmek yerine telefondan bilgisayardan oyun oynuyor, müzik dinliyoruz. Peki ya yaratıcılığın, hayal gücünün, hissettiklerin ne oluyor, önceden yapılmış şeylerin içinde uçup gidiyor.
Kendi tablomuzu çizmiyoruz, kendi eserimizi görmek istemiyoruz; nasıl olsa hazırları var diye başkalarının çerçevelerine sıkışmaya çalışıyoruz. Seçtiğimiz müzikler, kitaplar, oyunlar, resimler bizi yansıtmak yerine olmak istediğimizi, zevk aldığımız şeyleri yansıtıyor. Bu sayede olmak istediğimiz şeyleri kullanıyor, onları izliyoruz, dinliyoruz. Kısaca; hayatımıza hazır duyguları, yaşanmışlıkları sokuyoruz.
Ama bunlar sadece görmek istediklerimiz.
Kendimiz uğraşıp ortaya koyduklarımız ise bizim eserimizdir, tam anlamıyla bizim parçamızdır. Yaptıklarınızı beğenmeyebilirsiniz, başkaları da beğenmeyebilir. Fakat o size aittir ve sizin bir parçanız olduğu için onunla ve kendinizle gurur duymalısınız. Ayrıca kimin beğendiği de o kadar önemli olmamalı, başkaları ve başkalarının düşüncelerine göre değil, kendi duruşumuza göre yaşamalıyız.
Eğer sanat başkalarının beğenileri üzerine kurulu olsaydı, birçok sanatçı yaşadıkları dönemin kurallarını çiğneyip, ölümleri pahasına da olsa düşüncelerini ve eserlerini ortaya koyamazlardı. Yüzyılları etkilediklerini, geleceğe örnek olduklarını göremeseler bile sanatları uğruna bunu göze almazlardı.
Şimdi tam zamanı, içinizden geldiği gibi yazın, çizin, hatta dans edin.
BU SİZİN ESERİNİZ.