Ne zaman içinde barış geçen şarkılar duysam ardından silah sesleri patlıyor zihnimde.
Öyle kara oluyor ki saatler ve öylesi kan kaplıyor ki ışıklar içinde hissettiğim yeri, bir savaşın anatomisini yazarken buluyorum ellerimi.
Özgürlük türküsü dinliyorum, sesi en yüksek ayara getirmişim. Bir boğukluk hapsediyor beni, içime saklanıyorum.
İçimde korkudan tırnaklarını yiyen bir çocuk var. Korkmuş, sinmiş, dayak yemiş ve kalbi mosmor.
Kan fışkırıyor gözlerinden. İçimdeki çocuğa sesleniyorum; “Korkma! Yanına geldim kan duracak.” diyeceğim, ama kulakları bombalardan sağır düşmüş, bunu nasıl söyleyeceğim? Umutsuz kalıyorum içimde de.
Oradan da gitmek, uzaklara belki de bir uçurtma yollamak istiyorum, rengarenk olan. Uçurtmada kuşlar olmalı, kuşlarla özgürlüğe uçmalı ama kuşları da vuruyorlar.
Uçurtmaya yoldaşlık edecek kuşları vuruyorlar. Ne içim ne dışım güvenli değil artık.
Korkuyorum.
Belki düşünmekten belki de düşünememekten bilmiyorum. Umutsuz halimi aynada gördükçe, kendime lanet etme oranım artıyor. Birileri umudu kesmeyi düşündükçe biz gerçek kılıyoruz bu düşüncelerini. İyiliği düşünüp, kötülüğe hizmet ediyoruz.
Bir gün savaş kelimesini literatürden kalktığı, geçmişin en kirli oyunu bu savaş idi cümlesini duyar mıyız tartışılır ancak umudu yitirmemek adına bekliyoruz daima.