Vakit ikindiyi aşmak üzere. Bugün yine dünü aratmayacak yoğunlukta bir mesai yaşıyorum. Puslu bardaklar temizlenmeyi bekliyor, tıpkı benim görünmeyen hayatım gibi. Loş ışık altında, sahte mi gerçek mi anlaşılmayan bir sürü yüz. Fonda, insan seslerinin bastırdığı hafif müzik ve ben. İşte bu benim görünen hayatım.
Akşam olduğunda, buzlu içkilerin sarhoşluğunda daha bir yükseliyor kahkahalar. Oradan oraya koşturmaktan nefesim kuruyor sanki. Masalar, boşlar, dolular, temizlik bezleri, minik ışıkların rahatsız edici parlaklığı…
Çakır bugünkü işini tamamlamış, gitmeye hazırlanıyor. Begonvil az önce geldi. Önlüğünü takarken bir baş selamı verdi. Hep susar. Bugün de dilsiz, sessiz işe koyuldu. Ben öğlene doğru geldiğim için mekân kapanana kadar buradayım. Her hafta değişen vardiyayı kendimize göre ayarladık. Hiç olmazsa, kendimize de zamanımız olsun istiyoruz. Patron da sıkıntı etmiyor, ne de olsa her şey yıllardır tıkır tıkır işliyor. Ta ki bugüne kadar.
Ben Derman. İstanbul gibi bir metropolde hayata tutunmaya çalışan ama tutunduğum yerin doğru olup olmadığından emin olamayan bir garip yolcuyum. Hem yedi kişilik aileme biraz destek olmak hem de kendi karnımı doyurabilmek için canımı dişime takıp çalışıyorum. Bir yandan okuyup bir yandan çalışan binlerce insandan biriyim. Adım Derman ama kendime derman olabildim mi ya da bundan sonra olabilecek miyim hiçbir fikrim yok.
Patronumuz Ali Cengiz Bey ara sıra uğrar buraya. Bir köşede içkisini sessizce yudumlarken küçük bir deftere bir şeyler yazar. En fazla iki saat oturup gider. Hâlimizi hatırımızı da sorar tabii. Bir eksik, bir ihtiyaç varsa ona mutlaka söylememizi ister. Kendi hâlinde bir adamdır anlayacağınız. Şimdiye kadar ses tonunun yükseldiğini görmedim. Ben de diğer arkadaşlarım da. Sürprizli de biridir, geçenlerde operaya bilet almış. Üçümüze de farklı zamanlarda almış ki mekânı da çalıştırabilelim. İnce insan doğrusu.
Akşam yerini geceye bırakırken sabahtan beri boğazıma doğru yükselen bir sıkıntı içindeydim. Arada olur bana. Sonucu da hiç iyiye alamet olmaz. Yine böyle bir keder yükselişi vardı içimde. Sanki onu yanlışlıkla yemişim de özgürlüğüne kavuşmayı ister gibiydi. Anlık gelen bir histi ve hemen uzaklaştırıyordum beynimden.
İçeride sadece devamlı müşterilerin kaldığı, bir perşembe gecesiydi. Yaklaşık bir buçuk saat sonra mekânı kapatıp yarım saatlik temizlikten sonra evlerimize çekilecektik. Açıkçası o kadar yorulmuştum ki. Eve gidip kendimi uykunun pamuk kollarına bırakmak istiyordum. Ayaklarıma kara sular inmişti.
Birden içeri Ali Cengiz Bey girdi. Begonvil’le birbirimize bakıyorduk. Donup kalmıştık. Bir hafta önce gördüğümüz adam, bu adam olamazdı. Omuzları çökmüş, sanki on yaş birden yaşlanmış, saçları daha bir kırlaşmış, bakışları keskinleşmişti. Giyiminden tutun, her şeyiyle bambaşka bir suretteydi. Gördüklerimizin bir rüya, hatta bir kabul olduğuna inanmak istiyordum.
Barın orta yerindeki masaya oturup bambaşka bir içecek sipariş etmişti. Ses tonu kaba, hareketleri sertti. Yaktığı sigaranın külünü dökerken kül tabağına sert sert vurması canımı sıkmıştı. İçkisini bir an önce içip evine gitmesini dilemekten başka çaremiz yoktu.
Ortamda patronun oturduğu masa hariç dört masa doluydu. Cam kenarındaki masada oturan çift kalkmaya hazırlanırken bana yüklü bir bahşiş vermişlerdi. Günün en iyi olayı buydu bence. Ben de parayı Begonvil’le bölüşmüş, ikimizi birden mutlu etmiştim.
Bir yarım saat içinde iki masa daha boşalmış, epey bir rahatlamıştık. Tabii patronun art arda yuvarladığı sert içkileri saymazsak. Arada kendi kendine konuşuyor, hatta bağırıyor desek daha doğru. Bu nasıl bir geceydi böyle. Bir an önce bitmeliydi, bir an önce.
Ve birkaç dakika sonra olan oldu. Barmen tezgâhını temizlerken patron elindeki bardağı barın camına fırlattı. Cam tabi tuzla buz. Hızını alamayıp oturduğu sandalyeyi de cama fırlattı. Sandalye kaldırıma düşmüştü. Ben donup kalmıştım. Begonvil ve kadın müşteriler çığlık atıyorlardı. Patron durur mu, hızını alamayıp raflardaki içkileri, görünen ne kadar cam bardak ve şişe varsa hepsini barın orta yerine fırlatıyordu. Müşteriler aceleyle mekânı terk etmişler, Begonvil de patrona artık durması için adeta yalvarıyordu.
Ve patron etrafında iki tur dönerek, bir psikopat edasıyla kahkaha attı. Ardından da sandalyeyi atarken yere düşen deri ceketini alıp hiçbir şey olmamış gibi barı terk etti. Polise mi haber vermeliydik yoksa patronun eşini mi aramalıydık… Karar veremeden öylece dikiliyorduk. Elimde hâlâ tezgâhı silerken kullandığım sarı bez duruyordu. Tezgâh cam kırıklarıyla doluydu. Yerlere dökülen içkilerin baş döndüren kokuları arasında yere çökmüş kalmıştım. Etraftan sesleri duyup gelen insanlar, ellerini ağızlarına kapatmış, hayret nidalarında bulunuyorlardı. Sonrasında biraz kendime gelir gibi olmuştum ve patronun eşi İnci Hanım’ı aramıştım. Anlattıklarımı şaşkınlıkla dinleyip hiçbir şey söylemeden telefonu yüzüme kapatmıştı. İnanılır gibi değildi.
Daha da inanılmaz olan şey bir on dakika kadar sonra İnci Hanım’ın patronla birlikte mekâna gelmeleriydi. Genç, kibar ve her zamanki patronumuzla. Her zamanki diyorum çünkü burayı ve bizi darmaduman eden kişi patronumuz değilmiş. Yıllardır görüşmediği ikiz kardeşi varmış meğerse. Kendince hesap görmüş.
Sonrasında ne mi oldu? Ali Cengiz Bey mekânı kapattı. Bize de yol göründü. Şimdilik işsizim ama bol bol dinleniyorum. Ee, bu da bir şeydir sonuçta değil mi?
Bu arada iş arıyorum, barmenlik hariç…
Sayı: 62