“Bütün bunlar güneşli ve rüzgârlı bir günün boş vaatleri miydi?” – Nâzım Hikmet
“Ne bileyim ben; öyle miydi, değil miydi?” – Serkan Üstündağ
Geçmişe sıkışıp kalmış olayları kurcalarken, yaşanan hislerin analizini yapmak ve vaatlerin yerine getirilip getirilmediğini kontrol etmek; bizim işimiz değil. Fakat, yaşamakta olduğumuz süreç boyunca, insanlara bir şeyler vaat ettiğimiz doğrudur. Şöyle bir kapsamlıca düşündüğümüzde de; ya umut ya da umutsuzluk vaat ettiğimizi görüyoruz. Olumsuzdan olumluya doğru bu durumu incelemeyi daha faydalı gördüğüm için sizlere bir sonraki paragrafta umutsuzluk vaat edeceğim.
Tüm kıyamet senaryoları hızla gerçekleşiyor. Bizim neslimizin görüp göremeyeceği bile belli olmayan bu hadise sonucunda, yeryüzünde tek bir canlı bile kalmayacaksa; bırakın bugüne kadar gerçekleştirdiğiniz tüm o yaşanmışlıkları, neden bu yazıyı okumaya devam ediyorsunuz? Bir anda âlim olacaksınız da üç günlük yaşantınızı doyasıya yaşayacak kadar gelir mi elde edeceksiniz? Birileri sizin damarınızdaki son damla kanı bile emip hiç ederken, başkaları dünyaya geldiği için mi sevineceksiniz? Sevdiğiniz size göz mü kırpacak? Sonsuz mutluluğu elde edemeyeceğinizin farkında değil misiniz? Güneş size gülmeyecek ve hiçbir Mart ayında elinizde montsuz dolaşamayacaksınız! Tek bir umut tıkırtısı yok bu beynin içerisinde. Her şey olacağına varacak ve olacağı şey de senin varlığını kutsamayacak. Günlük yaşantında elde edemediğin ilgileri internet üzerinden gerçekleştirilen oyunlarda arayacaksın. Kazanırsan belki birileri seni tebrik edecek ve içlerinden de “kesin hile yapmıştır” diyecek. Yaratılma amacım ne benim? diye soracak olursan; aile kurup öyle geçineceksin cevabını yeterli bulmuyorsan, vay senin hâline!
Tabii ki umutsuzluk vaat eden bu önerilere kulak verip vermemek senin elinde. Mantık denen olgu seni hangi cümlelerde etkin kılıyorsa ve mantıkla yaşamayı benimsediysen, bu yollar hep senin! Aslı astarı olmayan umutsuz günler ya da geçmişin olay örgülerini inceleyip “boş vaatler” üzerine kafa patlatmak yerine, bulunduğun zaman diliminde yaşamanı tavsiye ederim.
“Benim bir arkadaşım, eskiden başından geçen kötü olayları anlatırken sürekli olarak sırıtır. Onu hep dövesim gelir çünkü o bir umursamazdır.” Geçmişe olan takıntılarımızdan kurtulmamız gerekir. Ancak, ders çıkarılacak olaylara anlam yükleyemediğimiz anlarda, kimsenin sinirlerini bozmak zorunda da değiliz. Peki, gelecek hakkında düşünsek ve akıl oyunlarımızda provalar yapsak? Etrafımızdaki kişilerin onaylarını da alabiliriz… Yani, gelecek için umut vaat eden bir şey; bir tek bizim için değil, etrafımızdaki her şey için umut vaat ediyor olmalı, değil mi? Aşağıdaki dehşet verici diyalog, anlatmak istediğim durumu çok daha iyi betimleyecektir;
“Hocam, çocuğum sizce umut vaat ediyor mu?”
“Ne bileyim ben…”
“Nasıl yani… Hiç mi umudunuz yok?”
“Beyefendi. Burası bir elektromotor fabrikası. Anaokuluna benzer bir hâli mi var? İki haftadır üç yaşındaki çocuğunuzu buraya bırakıp gidiyorsunuz, bir şey demiyoruz. Patronun arkadaşı olmasanız; çok daha farklı şeyler söylerdim de… Neyse…”
“Umut var mı, yok mu?”
“Var, efendim… Var…”
Boş ümitler boş vaatlere karışsa ve sizin için yorumlar yapılsa, bu durum sizin umut vaat etmediğiniz anlamına gelmez. Askere başladığı ilk gün sudan çıkmış balığa dönen kişiler için de geçerlidir bu durum, çalışmaya başladığı ilk gün hatalı işler yapmış olan bir çalışan için de. Bir anlık tepkilerimizle etrafımızda bulunan hiç kimseyi yargılamamalıyız. Bu sebepten dolayı, geçmişe bakıp boş vaatler aramak yerine, günümüze bakıp doluca yaşamalıyız. Gelecek ile ilgili planlarımız varsa, kurguladığımız hayata umut vaat eden öngörüler eklemeli ve her daim kendimize güvenmeliyiz.
Çünkü bizler, umut vaatleriyiz!