Neden geldin, dedi yaşlı kadın genç adama. Bu bir soru muydu, serzeniş miydi tam anlaşılamadı. O vakit sustu adam. Gözleri yaşaracaktı, tuttu göz kapağının altında gözyaşlarını. Tuzu yaktı içini. Yaşlı kadın, genç adamın elinden tutan kız çocuğunu fark etti birden. İçi yumuşayacak gibi oldu, yumuşamadı. Hiçbir şey sormadı. Araladığı kapıdan önce gölgesi girdi adamın, sonra gölge diğer gölgenin elinden tuttu. O da girdi içeri. Gölgeler, bedenler, susulan sözler; peş peşe içeri girdiler. Kadın elini uzatmış odayı gösteriyordu önden. Onlar görmüşlerdi oysaki.
Oda loştu. Bir ağırlık vardı içeride, anlaşılamayan. Kâğıt toplayan bir çocuk hızla geçti penceredeki sardunyanın ardından. Akşam olmak üzereydi. Kadının perdeyi çeken ihtiyar ellerine takıldı çocuk. Arka bahçelerindeki kurumuş ağacın dallarına benzetti onları. Lamba düğmesinin sesi minik odada yankılandı sonra. Sonra kadın onlara dönecek gibi oldu, dönmedi. Kapıdan çıktı.
Adam pencere önündeki somyaya oturdu. Çiçek desenli minderlerine sırtını yaslamadı. Eliyle çocuğu çağırdı yanına. Çocuk ürkek adımlarla eğreti oturdu. Niye getirdin beni buraya, hadi evimize gidelim, diyecek oldu. Konuşturmadı adam. Sus işareti yaptı. Fısıltıyla bir şey söyledi ama anlayamadı çocuk. İşaret parmağını dudaklarına kapattığından, okuyamadı onları. Tek bildiği okuma buydu oysa.
Kadın birkaç dakika sonra içeri geldi. Islak ellerini önüne bağladığı peşkire siliyordu. Çocuk aç mı, diye sordu genç adama. Acıktım, dedi çocuk. Çok utandı, dememeli miydi acaba. Bir adama bir kadına bakıyordu şimdi. Açlığını unutturan bir şey görmüştü onlarda. Aynı bakışlar, aynı çatık kaşlar, göz renkleri de mi aynıydı yoksa? Birbirlerinin hem kopyası gibiydiler hem de farklıydılar. Aralarında otuz üç yaş vardı. Bilmiyordu çocuk.
Kapıdan hızla çıkan kadının ardından gidecek oldu. Ona kim olduğunu soracaktı, adını soracaktı. Kendi adını da söyleyecekti mesela. Henüz okula gitmediğini ama bazı harfleri bildiğini söyleyecekti. En sevdiği arkadaşının Elif olduğunu, gece geç yatmayı çok sevdiğini fakat babasının onu erkenden yatırdığını, mum ışığında elleriyle hayvan gölgeleri yapabildiğini, buraya üç farklı otobüsle geldiklerini, en sevdiği yemeğin mantarlı köfte olduğunu, buna herkesin şaşırdığını, üstelik acı biberden üç tane yiyebildiğini, en sevdiği oyunun yakantop olduğunu, en sevdiği hayvanın kedisi Nusret olduğunu söyleyecekti. Annesinin melek olduğunu söyleyecekti sonra. Bir gün seni de yanına alacak, demişti komşu teyzesi. Hiçbirini söylemesine izin vermemişti babası. Tam kalkarken kolunu tutmuş yanına oturmasını istemişti.
Kadın birkaç dakika sonra koltuk altında bir sofra bezi ve elinde bir tepsiyle içeri girmişti. Tepsiyi kapının yanındaki sehpaya koydu. Yere, halının tam ortasına serdiği bezin üzerine tepsiyi koyup “Hadi buyurun, Allah ne verdiyse…” demişti. Sofrada üç boş tabak, ortada bir tabak dolusu lahana turşusu vardı. Tabakların yanında desenleri birbirinden farklı görünen kaşıklar duruyordu. Kadın tencereyi getirdi. E hadi buyurun, kendime yapmıştım, bilseydim…, cümlesini tamamlayamadı. Çocukla adam tepsinin yanına çöküvermişlerdi. Birbirlerine neredeyse yapışık vaziyetteydiler. Kadının ağrıyan dizlerine rağmen ustaca kurduğu bağdaşa bakıyordu çocuk. O da aynısından yapmak istedi, vazgeçti.
Kadın, tencereye daldırdığı kepçeyle önce çocuğa, sonra adama koydu yemekten. Kendisine daha az doldurmuştu. Bir anda, hadi kızım, bir koşu mutfağa git de ekmeği getir gel, dilimleri koymuştum tabağa da unutuvermişim işte, dedi. Gülümsedi adam, gülünce sağ yanağında gamzesi belirdi. Görmedi kadın.
Mutfağın, kapının sağ tarafında kaldığını anlamıştı çocuk. Işığını açmadan görebilmişti tezgâhta duran ekmek dolu tabağı. Hemen kapıp içeri getirmişti. Tabakta onu bekleyen türlüye baktı. Çok sevmezdi ama guruldayan midesinin hatırına yiyecekti. Üstelik tadı çok güzeldi, hafif acılı.
Adam türlüyü yerken hiç de hafif olmayan acılarını düşündü, pişmanlıklarını… Bütün keşkeleri kadının örgü yeleğinin cebinden sarkan sarı tesbihin taneleri gibi art arda diziliyordu boğazına. Düşüncelerinden kurtulmak için bir çırpıda silip süpürüyordu tabağındakileri. Bunu gören yaşlı kadın, hafif olmayan acılarının yüzünde bıraktığı izleri daha da belirgin edercesine gülümsüyordu şimdi. Tam o an, kadının sağ yanağında oluşan gamzesini görüp boynuna atılıvermişti çocuk.
Sayı: 61