Ardahan’ın Çıldır ilçesinden Arpaçay- Kars yönünde giderken, Doğruyol Nahiyesi’ni geçer geçmez, önünüze çıkan küçük tepeciğin yanından, kahverengi tenli, incecik belli, nazlı mı nazlı bir yol çıkar karşınıza. Zaten bu yörede Nazlı Yol derler ona. Esmer güzeli Nazlı Yol; yanından Çıldır Gölü’ne akan kadife sesli çapkın derenin, buğulu narin sesiyle söylediği şarkıları dinler, hiç usanmadan her gün. Kadife sesli bıçkın delikanlı bu dereye de Çapkın Dere der, Göldalı köylüleri. Yaz ılık esintiler, kış ise gezgin rüzgârlar getirir bu sesi, Çapkın Dere’nin dudaklarından, esmer güzeli Nazlı Yol’un zarif kulaklarına. Çapkın Dere pek sever Nazlı Yol’u. Göldalı köyünün kuzeybatısından aşağı Çıldır Gölü’ne döküldüğü yere kadar, esmer güzeli Nazlı Yol’a, yarenlik eder Çapkın Dere. Bazen yaklaşıp küçük bir buse alır Nazlı Yol’un yanağından, bazen de uzaklaşıp özletir kendisini. Esmer güzeli Nazlı Yol ile kadife sesli Çapkın Dere’nin aşkını bilmeyen yoktur bu köyde.
Ben mi?
Ben, Çapkın Dere ile toprak kokusu parfümü sayesinde mis gibi kokan esmer güzeli Nazlı Yol’un tam ortasında henüz yirmi yaşında bir söğüt ağacıyım. Söğütgiller ailesinden bir söğüdüm. Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum. Bana bilim dilinde “Salix Caucasica” yani “Kafkas Söğüdü” diyorlar. Doktorlar, özellikle de kalp doktorları pek sever beni. Çünkü onlara “Salisilik asiti” yani “Aspirini” verdim ben ve bu çok hoşlarına gitti. Evet bana söğüt diyorlar ama ben daha çok Saliks adını seviyorum. Zaten Mustafa da bana Saliks diyor. Yedi yaşında okuma yazma öğrenir öğrenmez, hemen beni merak edip araştırmış ve inanamayacaksınız ama yirmi yıl sonra bana ilk kez bir insan ismiyle hitap etmişti.
Elmas karası gözleri, okka burnu, siyahımsı kahverengi saçları ve minik elleri vardı. Yumuşacık sırtını, pembe kırmızı şak şak çiçeklerinin bezediği tepeyi görecek şekilde bana yaslardı. Üzerindeki çimenler, yoncalar ve güzelim şak şak çiçekleri ile bu küçük tepeciği ben de pek severdim. Mustafa sırtını bana yasladığında, sıcaklığını tüm yapraklarıma kadar hissederdim. Bir insan sıcaklığı, bir çocuk kokusu ne kadar güzeldir bir bilseniz. Bazen keşke Mustafa’nın kardeşi olsam derim kendi kendime. O’nun elini tutsam, pantolonlarımızı dizlerimize kadar çeksek, dereciğin, homurtulu, şıkırtılı, fısıltılı ve bazen de ıslık çalar gibi akan sularına girsek. Sonra tepenin zirvesine kadar koşsak. Tabi ayakkabılarımızı çıkarmış olarak. Ben topraksız yapamam. İnsan olsam bile, Mustafa’nın kardeşi olsam bile yapamam. Bir an için bile olsa topraktan kopamam. Toprak benim kalbim gibidir. Vücudumda olan her şey onun zaten. Hatta bazen kendimi onun misafiri gibi hissediyorum. Sırf bu yüzden zıplamaktan dahi korkarım ben. Nefesim kesiliverir hemen oracıkta. Boğuluveririm.
Mustafa da tıpkı benim gibidir. Keşke onunla koşup oynayabilsem. Hatta bazen uzaklara gitmek gelir içimden. Göldalı köyünün açık kahverengi narin yoluna çıkıp uzaklara gitmek. Hatta, topraktan ayrılık olmasa, kuşlar gibi özgürce uçmak isterdim gökyüzünde. Sonsuzlukta kaybolmak, taklacı güvercinler gibi takla atarken gökyüzünde, ılık rüzgârın dokunuşlarını hissetmek, ırmaklar geçmek, yolları takip etmek isterdim. Kim bilir, belki yolların bittiği yeri de bulabilirdim. Ama hayır ben topraksız yapamam.
Mustafa anlattı geçenlerde. Bir gün gidesi gelmiş köyden. Her şeyi bırakıp kaçma duygusu, uzaklarda olanı merak, farklı olanı bulma ve bilmediğini görme duygusu. Merakla ilerlerken Çıldır-Kars yolu ayrımına doğru, bizim esmer güzelinin her iki yanında sarışın güzel kızlar gibi başaklar görmüş tarlalarda. Hatta bu başakların arasına saklanmış çapkın bıldırcınlar, yakalanma korkusuyla kaçmış ondan. Kızgın, hırçın ve sinirli bir kara karganın bir çulluk cesedi ile karnını doyurduğunu izlemiş. Toprak parfümlü, ince belli, lüle lüle saçlı, kıvrak esmer güzeli Nazlı Yol’un sonuna geldiğinde ise onu çok üzen bir şey görmüş.
Yapraklarımı hışırdatarak sordum. Fısıltıyla söyletene kadar çok uğraştım. Çünkü esmer güzeli Nazlı Yol’un duymasını istemiyormuş. Sonunda ısrarlarıma dayanamadı, iyice dibime sokuldu ve:
- Ne gördüm biliyor musun Saliks, dedi. Fısıldayarak:
– Esmer güzelinin ayak ucundaki ana yolda, dev gibi makineler, önce ana yolu dümdüz ediyor, sonra cehennem ateşi gibi sıcak, siyah mı siyah bir şeyleri onun üstüne döküyorlardı. Ana yolun üzeri bu sıcak ziftle kaplanırken yanan toprağın kokusunu bir duysaydın. Patırtı, gürültü ve homurtu ile bu işkence santim santim, metre metre ana yolu kaplıyor, ana yol çaresizce çırpınıyordu. Dayanamadım hemen geri döndüm. Bizim esmer güzeli duymasın ha, diyerek bana sıkı sıkı tembih etti.
– Tamam Mustafa, söylemem, dedim ben de fısıldayarak.
Ama bu korku bile Mustafa ile uzaklara gitme, bilinmeyeni görme, farklı olan bir şeyleri arama, yürüyüp gezme veya uçup gitme arzularımı engelleyemedi.
Sonra bir gün, bir cumartesi sabahı, Mustafa’nın ağlayarak bana sarılması ile uyandım.
– Ne oldu Mustafa, dedim can dostuma.
– Gidiyoruz Saliks, dedi. İç çekerek.
– Nereye?
– Babam artık Bursa’ya taşınacağımızı söyledi. Şimdi evi topluyorlar. Ben seni bırakıp nasıl gideceğim, sensiz yapamam.
Birden karmaşık duygular köklerimden en tepemdeki tüm yapraklarıma kadar yayıldı.
Olamaz…
Olamaz…
Olamaz…
Şimdi bana hiç görmediğim Çıldır Gölü’nün güzelliğini, alabalıkları, karabalıkları, sarışın güzel başakları ve bilmediğim, görmediğim diğer dünyaları kim anlatacak?
Ben de gitmek isterim, uzaklara gitmek, yollara düşmek, dünyanın her yerini gezmek, çok istiyorum, hem de çok. Ama yapamam. Ana yola yaptıklarını biliyorum. Artık oralar toprak değil demişti Mustafa.
Beraber ağlaştık Mustafa’yla, son kez sırtını bana dayadığında. Sonra babası gelip aldı onu. Giderken bir yaprağımı verdim ona.
– Defterinin arasına koy. Beni unutma, dedim.
Son kez sarıldık birbirimize. Arabanın arka koltuğunda giderken hatırlıyorum onu şimdi. Öylece bakıyordu bana. Bense özlüyorum hâlâ onu. Kim bilir, şimdi ne güzel yerler görüp ne kadar çok şey öğrenmiştir. Nasıl güzel arkadaşlar edinmiştir. Keşke ben de insan olsaydım Mustafa gibi. Onunla birlikte gidebilseydim. Sonsuzluğa giden toprak yollarda köklerim kuruyuncaya kadar dolaşsaydım.
Tam yirmi bir yıl oldu Mustafa gideli. Ben kırk bir yaşına geldim. O ise şimdi tam bir delikanlı olmuştur. Bazen esen ılık meltem rüzgârları yerini fısıldıyor gibi geliyor bana. Etrafımda koşuşturmasını anımsıyor ve onu çok özlüyorum. Belki bir gün gelir diye Göldalı köyünün girişinde bekliyorum onu. Bir gün gelecek, biliyorum…
Yazan: Ebubekir Emre Men
Sevgili dostum çok güzel yazmışsın eline yüreğini sağlık.
Zevkle okunuyor, çok hoş çok başarılı…