Canlıları hayat organizasyonuna hazırlamak için, işin sonunda ödül olan ya da olmayan aktivitelerle, katılımcıların belirli yeteneklerini geliştirmeye yarayan her türlü etkinliğe “oyun” adını verebiliriz. Doğa ananın kucağında birbirini patileyen iki şirin aslan yavrusu, yarınki hayat pratiğine alışması için gerekli kaslarını eğitmektedir; biraz sonra örneğini vereceğimiz sevimli insan yavruları da aynı amaçla birbirleriyle oynamaktadır…
Bu bölgede yaşayan çocukların, ellerindeki nesneleri çok az bir hata payıyla belirli mesafedeki hedeflere atması beklenmektedir. Yere çizilen iç içe üç adet eşkenar üçgenin G noktasına (üç köşesine de eşit mesafe uzaklıkta bulunan merkez noktasına) bir kova konulur. Çocuklara 250, 500 ve 1000 gramlık toplar verilir. En küçük üçgende her ağırlığı birer kez atmaları ve kovaya sokmaları beklenir. Üç ağırlığı da sokabilen çocuk, bir sonraki üçgene geçer ve birer kez de bu köşelerden atarak tüm topları sokması beklenir. Son olarak aynı işlem en dıştaki üçgende gerçekleştirilir ve son üçgende de tüm ağırlıkları sokan çocuk kazanmış olur.
Oyun kuralları böyleyken, bazı günler hiç kazanan çıkmıyorken bazı günlerde ise her katılımcı çocuk kazanıyordu. “Hayatta kalma mücadelesi”ni temsil edecek şekilde oyunun kurallarına ilk değişikliği yapma zamanı gelmişti çünkü belirli bir süreden sonra tüm çocuklar oyunu bitirir olmuştu. İlk devrim şu şekilde gerçekleşti; en kısa sürede içten dışa doğru tüm üçgen köşelerindeki ağırlıkları eksiksiz sokan çocuk kazanacaktır. İşte, böylece rekabet kavramı oluşturuldu ancak oyunu bitirebilen çok az çocuk kaldı ve birbirlerini beklemeden aynı anda yarıştıkları için havada çarpışan taşlar, yarışma sonunda da çocukların ve ailelerinin çarpışmasına sebebiyet veriyordu. Hatırlatmak isterim, şu ana kadar herhangi bir ödül söz konusu değildi, kazanmak bir şeref meselesiydi.
Her neyse, zaman akıp giderken, bu oyunu oynayabilecek yaş grubundaki çocuk sayısı üçten dörde çıktı. O dönemin ilk günlerinde tam bir kaos yaşanıyordu. Kimi aileler “Senin çocuğun çok oynadı, bırak da biraz bizimki oyansın!” diye çıkışıyor, bazen de birileri gelip “Ya, bu çocuğu almayalım. Son üç oyundur yenemiyor, lanetli falan sanırım.” benzeri yorumlar yapıyordu. Ortam iyice gerilirken, o bölgenin yöneticisi çözüm odaklı bir öneride bulundu: “Burası eşitliklerin yaşandığı topraklar değil midir? Yerdeki üçgenleri silin ve onların yerine üç adet kare çizin. Dört çocuk da aynı anda oynayabilsin.” Bu öneriyi dikkate aldılar ve oyuncu kapasitesi dört kişi olan yeni hâlini aldı. İkinci devrim böyle gerçekleşti.
Bir sonraki sene oyuncu kategorisine giren çocuk sayısı on yediye yükseldi. Bu seferki kargaşa az buz olmadı. Ailelerin birbirlerine tahammülleri kalmamış gibiydiler. Birbirleriyle bırakın konuşmayı, selamlaşmayı bile bırakmışlardı. “İyice cıvıdı bu oyun meselesi, oyuna katılımı parayla falan yapalım. Benim çocuğum, bunun çocuğuyla oynamak zorunda mı, canım?” diyordu birileri, “Bu ne terbiyesizliktir? Deniz kıyısında oturanlar çok kazanır, paraları boldur. Bizim elimizdeki de bellidir. Bu ne saçma öneridir?” diyerek cevapladı diğerleri. Para tatlı mı geldi, bilinmez ama oyuna giriş paralı oldu. Üçüncü devrim böyle gerçekleşti.
Toplanan paraların bir kısmının (%30 kadarını) kazanan çocuğun ailesine vermek, dördüncü devrimdi.
Başka topraklarda yaşayan ailelerin çocuklarının bu oyuna katılabilmeleri beşinci devrimdi.
Farklı topraklar arasında gerçekleştirilen oyunlar için turnuvalar düzenlenmesi, ön eleme gruplarının, eleme gruplarının ve grupların oluşturulması ile bahis oynatılmasının yasal hâle getirilmesi de yedinci devrimdi.
Yedinci devrimden sonra herkese biraz “sus” payı düşer gibi olduğundan dolayı, oyunun nihai hâlini aldığı düşünülmüş ve daha fazla kural değişikliğine gidilmemiş.
Tüm bu yenilikler gerçekleştirilirken bir takım insanların zararlı çıkması ve diğerlerinin ise kârlı çıkması sebebiyle; devrim kelimesi de iki farklı anlama gelir olmuş. Kimileri devrimci sıfatını almaktan gurur duyarken, kimileri ise bu sıfatı hakaret anlamında kullanmış.
***
Bu uzun örnekten de anlayacağımız üzere, bir toplumun değer kavramının değişmesi sonucu o değer kavramını koruyan kararlar/yasalar da değişim göstermektedir. Şerefi için yarışan çocuk ile ödül parası için yarışan çocuğun gördüğü ailesel baskıları tartışmalı ve bu sıkıntıları ortadan kaldıracak tedbirlere mi gitmeliyiz? Yabancılaşan toplumların değer yargılarına gerekli müdahalelerde bulunup aynı toprağın çocukları olduğumuzu mu hatırlatmalıyız? Başından beridir bu oyunun fiziksel gelişim amacıyla kurulu olduğunu ve toplumsal yapıyı etkilememesi gerektiğini, bu dakikadan sonra bunun bir oyun değil de eğitim olduğunu mu savunmalıyız?
Üçgen ya da kare çizilmiş topraklarda yaşıyor, rekabeti tanıyor, hayatta kalmaya çalışıyor ve ancak yaşamayı unutuyoruz. Oyunlardan sıkılıp, yaşama vaktimiz gelmedi mi? Bu oyun artık belirli yaş grubundaki çocukları değil de tüm yaş gruplarını kapsıyor olabilir mi?
Olmamalı…