Belirli referanslara odaklandıktan sonra bir şeyin benzerini ya da farklısını tespit etmeye başlıyoruz. Karşımızdaki canlı bir şekilde bizimle iletişim kuruyor (İnsanlar genellikle konuşuyor, köpekler havlıyor ya da ses çıkarmadan da bizimle iletişime geçebiliyorlar…) ve kurduğu bu iletişimin tek sebebi ise karşımızdaki canlının varlığının bir kanıtı oluyor! Sadece bu, ötesi ya da berisi değil.
– Peki, bu ne anlama geliyor?
Zaman ilerlemeye devam ettikçe bazı olaylar da ya tamamlanmış oluyor ya da tamamlanmak üzere çıktığı yolculuğuna devam ediyor. Birileri bir şeyler yiyor, yediklerini sindiriyor, kullanacakları enerjilere çeviriyorlar ve fazlasını da bir şekilde depoluyorlar… Beynimiz de aynı şekilde; bazı verileri ele geçiriyor, onları sindiriyor, kullanılacak yorumlara çeviriyor ya da ileride kullanılmak üzere bu verileri “deneyim” adı altında bir şekilde depoluyor. Tüm bunlar olup biterken hem bedenen hem de ruhen değişime uğruyoruz.
– Dün ben olan, bugün değil mi?
Tabii ki değil. Her gün binlerce uyarana maruz kalan bir beden ve zihne sahibiz. Dünden bugüne çok şeyler değişti bile! Edindiğimiz bilgileri işlemeyi bırakırsak kim olduğumuzu bile unutabiliriz. Yani; burada bir köşe yazısı okuduktan sonra okuduğu şeyi yorumlamayan bir kişinin, benzerlik tespiti yapmaktan öteye yapabileceği başka bir şey yok. Okuduğu şeyin içerisinde barındırdığı bir fikri, daha önce deneyimlediği başka bir fikre referans olan düşünceleriyle ya benzer olduğu ya da farklı olduğu sonucuna ulaşacaktır. İçgüdüsel olarak yapacağımız ilk hareket bu çünkü bizim gibi insanoğlu canlıları, tanımlayamadıkları şeylerden hoşlanmazlar, her bulduklarına bir tanımlama getirirler. Tanımladıkları şeyler de ya bir şeyin benzeri ya da farklısı olduğunu belirtmektedir…
– Yorumlayanlar ne yapacak ki?
İletişime geçecek. Geçmiş ile geleceğin arasında bir yerlerde olduğunu bilerek hareket edecek. Tabii ki benzeri ve farklısı olan birçok şey görecek ve bir yerden sonra pes etmesi de muhtemel… Bir simyacının karakterine bürünüp neden felsefe taşını araştırdığını da, bir büyücünün en çok hangi büyülere ihtiyaç duyabileceğini de ve hatta hangileriyle haşır neşir olduğunu da, bir şamanın karşısına bir kam çıktığında neler düşündüğünü de, albastının neden bastığını ya da bir cinin neden çarptığını, develerin hangi kervanlarda hareselerine çare bulunduğuna da, hangi mantarların zehirli olup olmadığının hangi ağaçları ilgilendirdiğini de düşünmeye başlayacak. İletişime geçecek çünkü kendi varlığını hissetmeye başlayacak. Öykülerin gerçekte yaşanmış olup olmadığı ile ilgili değil; gerçekte bu öykülerin içerisindeki verilerin nasıl kullanılabileceğini tartacak. Benzetecek, farklılaştıracak ve iletişim kuracak.
– Ve değişecek…
Yorumlamıyor olsa da değişecek. Hesaplanamaz çok sayıda reaksiyonun her an gerçekleştiği bir ortamda sabit kalmak zaten mümkün değil. Yorumlamıyor olsa da değişecek çünkü yardım dileneceği çevresi gün geçtikçe tükenecek. Sürekli aynı kişilerden yardım bekleyen birinin problem çözme becerisi ne kadar düşükse, o ortamda barınabilme ihtimali de o denli düşüktür. Ya ortamın değişmesi kesinlik kazanacaktır ya da yardım dilenenin, dilendiği konuların değişmesi…
– Bana balık verme, tutmayı…
Öğretecek kişinin, sen sandalın kenarında dikilirken uçan tekmeyle hızla sana yaklaştığını düşün. Bilgi denilen şey, hem buna benzer hem de bundan farklı durumlarda işleniyor. Milyarlarca türdaşınla bir gezegeni paylaştığını da unutma. Gezegen de değişecek.
***
O esnada konuşmalarına devam eden iki kardeş, gök gürültüsüyle irkildiler ve pencereden dışarı baktılar. Yarım saat öncesine kadar hava açık ve güneşli olmasına rağmen, şimdi gökyüzü kara bulutlarla kaplıydı. Küçük olan kardeş, biraz uzaklara baktığında kendi kendine dairesel hareket oluşturan bir çöp arabasını işaret ederek “Abla, bak! Kendi kendine hareket ediyor!” dedi. Ablası da gözlerini devirdi ve “Sana ‘Gezegen de değişecek.’ demiştim.” dedi.
Neyse ki oluşan hortum sonucunda hayatını kaybedenler arasında bu iki kardeş yoktu da boş yere böylesi bir muhabbet etmemiş oldular. Ölenler ise hem birbirlerine benziyorlardı hem de birbirlerinden farklıydılar…