Kahvaltıdan beri orada oturuyorsun. Bu demir çubuklu yüksek kapıdan, her zaman olduğu gibi yiyecek getiren arabaların ve personelin dışında giren olmadı bu saate dek. Ama sen inatla gözlerini yapıştırdın. Kaçıracaksın diye ödün kopuyor. “Bugün,” diyorsun, “yorgun kalbinin pıt pıtları pat pat olurken bugün gelecek, eminim.” Nereden bu duyguya kapıldığını anlamaya çalışıyorsun.
Kucağın çiçek çiçek papatyaydı. Sanki tüm kırları dolaşıp toplamışlardı onları senin için. Kimden diyordun çökmüş yanaklarına vuran allardan utanarak. Ondan mı ondan mı diyerek uyandın. Oysa açılmak üzere olan bir kapının önündeydin ve çiçeklerin sahibini görecektin. O rüyayla bu hâle geldin belli ki. Sabah kahvaltısında çay dışında hiçbir şeye elini sürmedin. Bakıcıların, ilaçlarını aç karnına içemezsin demelerine aldırmadın. O gelecekti. Bir an önce kapının önüne gitmeliydin. “Olmaz!” dediler. “Hava serin bugün, üşütürsün, zaten astım hastasısın, kalbin de var,” Küsüp odana çekildin. Pencerenin önüne geçmeden elbiseni giydin. Fıstık yeşili, plise etekli elbisen şimdi üstünden dökülürcesine bol geliyor. Oysa seni buraya bırakıp giden oğlunun doğumundan sonra uzun yıllar hep seksenli kilolardaydın. Kısalmış boyun, elbisenin boyunu uzun gösteriyor. Yine de üzerindeki bahar çiçekleri gülümsüyor seninle birlikte. Kemikleri ortaya çıkmış ellerinin titremesine değil, gözlerine çektiğin kalemin ucuna buluyorsun suçu. Artık hazırsın.
Put gibi oturadur öğlen yemeği saati geldi. Katılmak şart. Çorbandan iki kaşık alıp kalktın. Bu kez bakıcıların sitemleri telaşa dönüştü. O elbisen, makyajınla seni gördüklerinde “Oo Bergüzar Hanım, bu ne güzellik,” diyen onlar değilmiş gibi “Hasta mısın?”soruları başladı. Sen yemek salonundayken gelmiş olmasın telaşıyla odana dönüp pencerenin önündeki yerini aldın. Küskün gözlerin tekrar kapıyı taramaya başladı. Keşke odam bu kadar uzakta olmasaydı diye düşündün. Kapıdaki görevlinin volta atması dışında hareket yoktu. Saatler saatleri kovalarken o ne! Demir kapı ağır ağır açıldı. “İşte işte! O, o! Geldi, biliyordum geleceğini,” diye yerinden fırlayıp burnunu cama dayadın. Yetmedi camı açtın. Boğazına gelen acı suyun, duyduğun sevinçle ilgisini çözemedin. Adını haykırmana izin vermeyen sesine inat ilk hecesi çıkabildi büzülmüş dudaklarının arasından: “Sü.” Sakin olmalıydın. Yerine oturup odana gelmesini beklemek en iyisiydi. Elindeki papatya demeti o kadar büyüktü ki neredeyse yüzünü örtüyordu ama yakışıklılığına engel olamamış diye gülümsedin. Aynı o gün gibi.
Babandan gizli eve davet etmiştiniz onu. Başka şehirden geliyordu. Üniversitede verilen taşra gazeteleri ödevi araştırması yaparken tanışmıştınız. Sonra ilgili bir toplantı için Ankara’ya geldiğinde görüştünüz. Ne yakışıklıydı. Yeşil gözleri, kanlı canlı akça pakça yüzü, geniş omuzları. İçin titredi görünce. Onun da tabii. Çok güzel bir kızdın. Birkaç kez buluşabildiniz şehirler uzak olunca. Bu böyle olmayacak diye önce annenle tanışmaya geldi. Ama ne gelme! Gözlerinin rengini iyice ortaya çıkaran o ceketiyle yokuştan aşağı kucağına sığmayan papatyalarla uçarcasına. Annen bula bula kereviz yemeği pişirmişti. Kim sever ki? O da sevmezmiş ama bir yiyişi vardı, gülmemek için kendini zor tuttun.
Gözün odanın kapısında. Ha açıldı, ha açılacak. Giriş işlemleriyle uğraşıyordur. Öyle kolay değil bu huzurevini ziyaret etmek. Hele yabancıysa gelen dedin içinden. Baban da öyle demişti. “Yabancıya verilecek kızım yok benim!” Nuh dedi peygamber demedi “İki adım ötedeki şehirde yaşayan yabancı olur mu baba?” desen de. Yetmedi, evlerine gidip dönüşte oturdukları mahalleyi, annesini babasını kötüledi. Kızdın, çok kızdın. Protesto etmek için beline kadar olan saçlarını erkek gibi kestirdin. Sevdiğin adamın annesi çıktı bir de karşına. “Olmaz!” dedi. “ Biz ne dersek onu yapar oğlumuz,” Oğulları… Sahiden, oğulları onların dediğini yaptı. Bir mektup aldın o gün, hani hâlâ sakladığın o bir tomarın sonuncusunu. Fotoğrafını geri istiyordu. Cenaze merasimi uzun sürdü kalbinde. Yıllar geçse de bir türlü defnedemedin. İyi ki öyle olmuş. İşte bugün o gün. Biliyordun unutmayacağını. Bir şarkı yayılmaya başladı odana. Hani o sıralar diline pelesenk olan.
“Onun sesi ta kendisi
Geri gelmiş demek
Sensiz diyor yaşanmıyor
Aşk bu olsa gerek
Karanlıkta sokaklarda
Elinde bir çiçek
Beni arıyor, beni soruyor
Hayırdır inşallah”
Aklından geçirebildin ama söyleyemiyorsun. Elin ayağın buz. Gözlerine sürdüğün kalem, çevresindeki çizgilerin boşluklarına dolmak üzere yola çıkmış. Adım atayım diyorsun, koltuğa mıhlamışlar sanki seni. Yaklaşan ayak sesiyle kalbinin gümbürtüsü artıyor. Kapı çalınıyor. Beyaz, sarı, yeşil akıyor bir bakıcının elinden kucağına.
– Bergüzar Hanım, nasıl oldunuz? Belediye, tüm sakinlerimize Hıdırellez kutlaması için birer demet papatya yollamış. Görevli delikanlı ayrı ayrı vermek istedi ama sizi bugün keyifsiz gördüğümden izin vermedim. İkindi çayına bekleniyorsunuz. Süresinin bitmesine on beş dakika kaldı.
Sayı: 62