Önümdeki fileli göze dergimi, yanına kahve termosumu yerleştirdim. Minik yastığım sağ yanımda, sol yanımda çantam. İçinde bir dünya eşya. Bir de bakmışsın hepsi lazım olur. Muavin, elinde bir kâğıt, tek tek koltuklarda oturanları kontrol ediyor. Altı numara, benim yerim. Cam kenarı severim. Evim olduğunda büyük büyük camları olsun isterim, rim.
İstanbul, hoşça kal. Bana yuva olamadın.
Ekibi küçültüyoruz, dedi. Kafamda hep bu cümle. “Ekibi küçültüyoruz.” Masamın üstüne ne çok şey koymuşum, toplarken anladım. İki çerçeve yeğenlerimin fotoğrafları, bir cam kâsede parfümlü kuru kabuklar, ajanda, masa takvimi, seramik saksıda cinsini bilmediğim bitki, not defteri, kartvizitlikler, dergiler, broşürler, klasörler, ler.
Bir ay süre istedim. Yüzü nasıl da ekşimiştir, ben görmedim ama telefondaki sessizlikten anladım. Bir ay idare edecek kadar bile param yok, parasız insan ne iğrenç. “Lütfen,” dedi, “lütfen bir aydan fazla olmasın.” Kibar kadın, şu benim ev sahibi. Taksitleri devam eden eşyalarım ve ben ne çabuk yabancılaştık birbirimize. Sanki artık hiç birisi bana ait değilmiş gibi. Çamaşır makinesinde neden bebek çamaşırı programı var, mesela bu çok eski bir mevzu artık, özellikle kendim öyle istememişim gibi. Buzdolabının dış kapağı içinden daha dolu. Hediye magnetler, diyet listeleri, ıvır zıvır. Daha senesi dolmadı bu evin. Daha taksitleri bitmedi eşyaların.
Hülya geldi çat kapı. Hülya, ekibi küçülten şahıs. Görev ona düşmüş, ne yapsınmış. “Arkadaşım değil misin, niye uyarmadın beni?” dedim, “Uyardım,” dedi, “senin kafan başka yerde.” Merak etmiş. İyi kızdır aslında. “Ben ne yapacağım bir ay sonra, Hülya? Söyle bakalım, benim de kendimi küçültmem mi lazım?” İyi değilsin sen, uzaklaş buralardan topla kendini, dedi. Dedi.
Yollar gözümün kenarından kenarından akıyor. Dergiye motivasyon amaçlı sona doğru bakacağım. İstanbul’dan çıkalı iki saati geçti. Biraz uyku, yastıktaki evimsi o kokuyu çeke çeke azıcık gözlerimi kapatmak, uyumasam bile gözlerimi kapatmak. Acaba Rıfat ne yapıyordur şimdi. İşten çıkmış, ayakları telaşlı, yüzünde o hafif gülüş, ah o gülüş, kalbi çarpıyordur, evine gidiyordur, o çok sevdiği kadının evine, ondandır bu telaş, bir çiçek alsa mı, yoksa başka bir şey mi yapsa, ne yapacağını bilemez o şimdi, kadına âşık ama yabancılık vardır şimdi, alıştığı yerler, benim yanım yok artık, sıkıcı o yerler, taksiti devam eden eşyalarımın olduğu ev, karanlıktır artık, neler oldu sana böyle, iyiydik biz demiştim en son, ne salakça bir laf, deniyor işte bilemedim, sıkıcıyım ben, sanırım öyleyim. Öyleyim.
Şoförümüz çay ve ihtiyaç molası verdi. İhtiyaçlarım için yarım saatlik mola yetmez. Ama evet. Tuvalete gideyim, bir ihtiyaç azalsın listeden. Yeni bir yuva kurmak ihtiyacı nedir ki, olur zamanla. Önce tuvalete gitmeli. Yanımda oturan kadın çoktan kalktı gitti, benim ihtiyaçlarım ağırdan alınacak kadar önemsiz. Ayvalık iyidir, dedi Hülya. “Git biraz uzaklaş, ev boş, kafanı dinlersin.” Boş evde kafa iyi dinleniyor Hülya, evet. Ama kira veremem.
Tuvaleti kokuyu takip edince buldum, yanımdaki kadın ellerini yıkıyor, sonra otobüse binecek, evine gidecek. Eve gitmek güzel olmalı.
Otobüs tekrar yola koyuldu. Artık mola yok. Motivasyon dergime bakabilirim artık. Kapağı yüzünden aldım onu. Rafta öylece duruyordu, diğer dergilerin arasından açık bir mesaj gibi duruyordu. Belki iyileşebilirim diye düşündüğüm o çok kısa an, bir ışık çakması gibi. “Enerjik Bekar Evleri”, içinde bebek çamaşırı yıkama programlı çamaşır makinesi olmayan evlerdir onlar. Başka başka hayalleri olan birtakım bekârların davetkâr evleri. Birlikte çocuk yapma hayalleri kurulmamış sevgilileri olan insanlar. İnsanın yuvam diyeceği bir evi olmalı, Rıfat. O makineyi seçerken gülümsemiştin bana, sen de istiyordun biliyorum.
Otogara girmişiz bile, yanımdaki kadın çoktan ayaklanmış eşyalarını toparlıyor. Enerjik bekâr evlerine bakarken ne ara uyumuşum bu kadar. Kahve bile keyif anlarının eşlikçisi, sabahtan beri koltuk filesinde keyfimin gelmesini beklemiş. Kapıları açılan otobüse zeytin ağaçlarının kokusu doluyor ya da havadaki bu şey her ne ise, o kokuyor. Demek kasım ayında Ayvalık böyle kokuyormuş, anladım. Eşyalarımı toplayıp sırt çantamla birlikte kendimi dışarı attım. Otogarın dışı alabildiğine zeytinlik. Taksi lazım mı, hayır şimdi değil. Bu ikinci işaret, evimdeyim duygusu, bir anda çaktı ama gitmedi hâlâ benimle sanki. Kaybetmek istemiyorum bu duyguyu. Çay olsa diyorum, eve gitsem, çay demlesem, taze ekmek, bandıra bandıra zeytinyağı eşliğinde. Termostaki kahveyi ağacın dibine döküyorum. Eskiye ait bir şeymiş gibi. Taksi lazım, hemen şimdi, belki de yeni bir şeye başladım ben, Rıfat. Çamaşırlarını başka bir kadının çamaşırlarıyla yıkayan Rıfat. Senin kokun da artık eskiye ait gibi, Rıfat. Güle güle, Rıfat. Bir zeytin ağacı bile değilsin. Rıfat.
Sayı: 62