Adam hızlı adımlarla caddeye inerken bir yığın düşünce bulutunu da arkasından sürüklüyordu. Pekâlâ, buradan ne kadar çabuk uzaklaşırsa o kadar iyiydi… Oysaki her kaçış daha bir yakalanmaktı, daha bir yakınlaşmaktı…
Omzunda çapraz astığı bir postacı çantası, sol elinde siyah bir şemsiye vardı. Boşta kalan elini caddenin köşesindeki durakta bekleyen taksi şoförüne kaldırdı. Başını sallayıp hemen bindi aracına kır saçlı şoför.
Adam tam kapıyı açtığı sırada yağmur yağmaya başlamıştı. Bunu iyiye mi yormalıydı adam, bilemedi. Belli ki gürül gürül inen şu yağmura onun basit şemsiyesi dayanmazdı.
“Asmalı Pasajı’na.” dedi içeri girdiğinde. Sesi, cama hızla çarpan damlaların sesine karışmıştı.
Her yağmurda sanki gökten inmişçesine çoğalan arabalara baktı bir süre. Kilitlenen trafiğe, camlardan süzülerek inen damlalara… Sanki her şeyi sarıp sarmalayan rutubet de korna sesleri gibi bir anda yükseldikçe yükselmişti.
Işıklarda uzun süren bir bekleyişten sonra yol az da olsa açılmış, içine bir ferahlık çökmüştü. Yanlarından bisikletiyle ilerlemeye çalışan delikanlıya takıldı gözü. Kırmızı tişörtü üzerine yapışmıştı. İçinde acımayla sevgi karışımı bir duygu dolmuştu. Birkaç dakika sonra arkalarda kalan delikanlının ardından “Umarım yerine sağ salim ulaşır.” dileğini göndermişti.
Neden sonra, yüzünü uzaktan belli belirsiz gördüğü taksicinin yüzüne ayrıntılı bakmak gelmişti. Kır saçına tezat oluşturan genç bir yüzü vardı. Kaşları epey bir koyu görünmüştü aynadan. Yüzü gölgeliydi. Yolda gevezelik etmeyi sevenlerden olmamıştı hiç. Görülüyordu ki taksi şoförü de kendisi gibiydi.
Aynanın kenarına iliştirilmiş bir not vardı. Güzel bir el yazısıyla yazılmış olan kâğıda gözlerini kısarak baktı: “Başlayan her şey biter.”
Çantasından ajandasını çıkarıp arka sayfalardan birine yazdı bu sözü hemen. Bugün onun için bir başlangıçtı. Neticede her günü ardında bırakmıyor muydu? Bu sözü sanki bu anda kendisi için yazılmış gibi hissetmişti.
Yağmur damlaları küçülmüş, yol açılmış, araç sayısı epey bir azalmıştı. Taksicinin eli radyo düğmesine uzanmıştı. Açılan ilk kanalı da değiştirme gereği duymadan ilerlemeye devam etti. Güzel bir parça çalıyordu şimdi. Bob Dylan’dan. Havaya ne kadar da uygun diye düşündü adam. Çalan parçanın adını tam hatırlayamamıştı. Ekranda akıp giden isme baktı: “One More Cup of Coffee”
Şimdi sahaftan kitaplarını alacak, eve gidecek, ıslak sokaklara baka baka kahvesini içecekti. Yapılacak en güzel şey buydu şimdi. Taksici sağa yana yanaşmıştı. Damlalarsa minik minik iniyordu şehre. Para üstünü uzatırken yüzünde bir gülümseme vardı: “Seneca” dedi, “Seneca’nın sözüydü not aldığınız.”
Yürüyordu adam… Endişe dolu düşünceleri çok uzakta kalmışlardı artık…
Sayı: 59