Tiffany’de Kahvaltı: Arayış ve Güzellik
“Bir kedisi, bir de gitarı vardı. Güneşin parlak olduğu günlerde saçını yıkar, kırmızıya çalan çizgileri olan tekir kedisiyle birlikte yangın merdivenine oturur, saçlarını kuruturken başparmağıyla gitarının tellerine dokunurdu. Müziği her duyuşumda sessizce penceremin kenarına gider, orada sessizce dururdum. Çok güzel gitar çalardı, bazen şarkı da söylerdi. Sesi, ergenlik çağındaki bir oğlan çocuğunun kesik ve boğuk sesini andırırdı.”
“Uyumak istemem, ölmek istemem, gezmek isterim yalnızca, gökyüzünün çayırlarında.”
Truman Capote’nin 1958’de yayımlanıp üç sene içinde aynı isimle sinemaya uyarlanan kült eseri Breakfast at Tiffany’s, insanı şaşırtmayı seven bir kitap. Deli dolu, eğlenmeyi seven ve sosyetik bir çevre sahibi olan Holly Golightly, isimsiz kedisi ve komşuları olan genç yazar hakkında bir hikâye…
Holly her şeyden önce çocuksu ve biraz uçarı bir karakterdir; anahtar almadığı için her gece komşularının zillerine basarak eve girer, evinde kalabalık partiler hiç eksik olmaz, hatta partiden kaçıp komşusu olan yazarın yatak odasına dalmaktan çekinmez. Bir karakter olarak çekicidir, yaptıkları çoğu zaman hoş görülür ama yer yer okurun sinirlerini bozmayı başarır. Hikâyeyi anlatan genç yazar kadar okuyucu da Holly’nin gelgitlerinden ve duygu geçişlerinden etkilenir, Capote’nin yazdığı yalın ama etkili diyalogların sonucudur bu.
Sayfalar ilerleyip genç kadının görünüşte rengârenk olan hayatının derinliklerine inildikçe yazar haklı olduğunu fark eder. Holly’nin gizemli görüntüsünün altında gerçekten de bazı sırlar vardır, yazar bunları çözmeye kararlıdır. Ve Holly her daim bir ikilemi yaşıyordur, kalamayacak kadar arayış içindedir ama gitmek de kolay değildir. Sonunda ağır basan arayış olacaktır.
Sinema filmiyle gösterdiği tüm paralelliklere rağmen kitapta karakterler filme kıyasla daha derin verilmiş, Holly’nin kalp kırıklıkları ve arayışla dolu geçmişine kitapta daha çok değinilmiştir. Filme daha romantik bir hava hakimdir. İki eserin sonu tamamen ayrıdır. Bunlara ve diğer tüm farklılıklara rağmen bir şey aynı kalmıştır, Tiffany’s.
Bu mücevher dükkânı Holly’nin ne zaman gerçeklerden ve kötü şeylerden kaçmak istese kendini attığı yerdir. Ona göre burada, şık insanların ve lükslüğün içinde kötü hiçbir şey olamaz. Çoğu zamanlar kahvesini ve yiyeceğini alıp dükkânı seyrederek yudumlar Holly. Burası onun kaçtığı temel yer, güvenli bölgesidir. Ve hem şatafata hem de güzelliğe olan düşkünlüğü düşünüldüğünde bu hiç şaşırtıcı değildir.
Kısacası 125 sayfalık kitap savaş sonrası Manhattan’ına karakterlerin iç dünyası üzerinden değinirken yüzleşmek ya da kaçmak ikilemini, yüzeysel yaşamların altında yatan gerçekleri, istekleri ve korkuları abartıya kaçmadan anlatıyor. En sonundaysa okuyucuya bir şeyi gerçekten merak ettiriyor; Holly, kendini ait hissettiği yer her neresi ise orada, artık mutlu mudur?