BİRİNCİ SAAT
Dünyanın her yerinde insanlar kulaklarını kaplayan şiddetli bir sesle irkilmiş ve herkesin kendi lisanında anlayacağı şekilde gökyüzünden gelen ve defalarca tekrarlanan şu cümleyi dinliyordu:
“Aranızdayım! Bana üç saat boyunca layıkıyla ibadet edene suretimi göstereceğim!”
Evet… Üç dakika boyunca duydukları tam olarak da buydu:
“Aranızdayım! Bana üç saat boyunca layıkıyla ibadet edene suretimi göstereceğim!”
Bunun üzerine dünya üzerindeki bütün din adamları kendi inançlarına mensup diğer insanlarla bir araya gelip durumu istişare etmek için telaşe içerisinde toplanmaya; inanmayanlar ise bu şiddetli sesin nereden geldiğini ve ne anlama geldiği konusunda tartışmaya başladılar.
Durumu fırsat bilip kendini Tanrı’nın elçisi ve habercisi olduğunu iddia eden insanların sayısı her yerde çoğalıyordu. Suç işleyen mahkumlar bulundukları hapishanelerde ibadet edebilmek için gerekli imkanların sağlanmasını istiyor ve ibadet, dua için birbiriyle yarışıyordu. İşlediği suçu gizleyen ve yakalanmamış olanlar ise suçlarını itiraf etmeye, teslim olmaya başlamışlardı. Birçok politikacı ve hükümet yetkilisi işlediği suçlar nedeniyle affını isteyerek görevlerinden istifa etti.
Kiliseler, Camiiler, Sinagoglar, ibadetin yapılabileceği her mabet hıncahınç dolmuş; bütün herkes inancının gereği olan ritüelleri yerine getiriyor, dualar ediyordu. Her şey ücretsiz verilmeye, her şey ikram edilmeye başlanmış, ürün karşılığında kimseden para talep edilmiyordu. Dünyayı, daha önce hiç görmediği bir sükûnet ve inanç telaşesi kapladı. Din adamları ve filozoflar ise büyük bir kargaşa içerisindeydi. Dünyanın her yerinden farklı inançlara mensup dini temsilciler ve filozoflar, bu konuyu görüşüp ortak bir fikirde buluşmak için Kudüs’te bir araya geldiler.
İKİNCİ SAAT
Dini temsilciler arasında inanç tartışması başladı ve herkes bir diğer inanca mensup olan dindarları kendi dinine davet etmeye başladı. İnanç konusunda kararı olmayan filozofları kendi tarafına çekmek isteyen din adamları ise birbirleriyle yarıştılar. Bütün insanlık, yayına aktarılan bu tartışmayı yerel ve ortak medyadan dinliyor ve izliyordu… İnanç ve kavram karmaşası bütün kulakları kaplamış ve yeryüzünün en güçlü ideolojileri olan bilim ve inanç kavga etmeye başlamıştı.
Yahudileri temsil ettiğini söyleyen din adamı, herkesi günahlarından arınmak için sinagoglara ve ağlama duvarına davet etti. Hristiyan bir kardinal ise kurtuluşun ancak Kilise ve Katedralde olduğunu savunurken; Müslüman bir vaiz ise şehadet getirilmesi ve namaza durulması gerektiğini söyledi. Bilim adamları sadece düşünüyordu… Nasıl karar vereceklerini, ne yapacaklarını bilmiyorlardı.
Dünyanın her yerinde çan, ezan ve hazzan sesleri birbirine karışarak yankılanmaya başladı. İnsanlar kendi inancının hak olduğunu savunarak karşı görüşe sahip diğer insanları inancına davet etmek için yollara düştü.
Din temsilcileri ve Filozoflar arasında ise henüz bir ortak bir fikir sağlanamadı ve vakitlerinin çok az kaldığını söyleyerek son bir saatte neler olup biteceğini birlikte izleme kararı aldılar.
ÜÇÜNCÜ SAAT
Bütün izleyicilerin bilgisine ulaşan bir son dakika haberi dünyayı sarstı… Bütün dünyaya, İstanbul’da, Beyoğlu’nda bir kadının Tanrı ile görüştüğünü ve buna şahitlik edenlerin de olduğu bilgisi yayıldı.
Haber Kudüs’e ulaştığında ise dini temsilciler bu kadının kendi inançlarına mensup olan birisi olduğu konusunda birbirleriyle tartışmaya başladılar.
Kadını görmek ve ona dokunmak isteyenler arasında büyük bir izdiham yaşanıyordu. Medya kuruluşları kadını görüntüleyebilmek için birbiriyle yarışıyordu. Sokağın ortasında etrafında feryat edip ağlayarak ona dokunmak isteyen ellerin arasından sıyrılıp kameraların önüne gelen bir yüz belirdi. Gülümsüyordu… Daha önce kimsenin yüzünde görünmeyen bir gülümsemeydi bu. Beyoğlu’nda bulunan din adamları ve filozoflar kadının etrafını sardı. Bütün gözler kadının üzerindeydi. Herkes Tanrı’yla ne konuştuğunu, onu nasıl görebildiğini merak ediyordu. Kameraların önünde sadece din adamları, filozoflar ve yarı çıplak bir kadın duruyor, büyük bir sessizlik içinde soruların cevabı bekleniyordu.
Kalabalıktan bir ses duyuldu:
-Bu kadın dinsiz bir fahişe! Tanrı asla onun yüzüne bakmaz, o bir yalancı!
Homurdanarak tekrar ettiler:
-Beyoğlu’nda herkes bilir! Bu kadın bile değil! Dönme! Bize Tanrı’nın suretini bu günahkâr mı anlatacak?
Hristiyan din adamı söze girdi ve “Sessizlik!” diye bağırdı.
Ardından sordu:
-Neye inanıyorsun?
Kadın cevapladı:
-Sevgiye…
Bir Haham kadına yaklaştı ve sordu:
-Tanrı sana ne söyledi?
Kadın tebessüm ederek cevapladı:
-Sevildiğimi söyledi
Müslüman bir vaiz söze girdi:
-Onun suretini gördün mü?
Kadın biraz sessiz kaldı ve cevapladı:
-Evet…
Büyük bir sessizlik hakimdi. Bütün filozoflar ve din temsilcileri, şaşkınca ve meraklı gözlerle sordular:
“Nasıldı?”
“Neye benziyor?”
“Nerede gördün?”
Kadın cevapladı:
O her yerdeydi. Ve her şeyin içinden, özünden bana fısıldıyordu.
Bir filozof sordu:
– Peki sen nerede, nasıl ibadet ediyordun?
Kadın anlatmaya başladı:
“Bir caminin önünden geçiyordum. Cemaat dışarıya taşmıştı. Sokakta yaşayan bir adam kaldırıma oturmuş cemaatin arkasından bakıp ağlıyordu. Ona neden ağladığını sordum. Bana, üzerinde ibadet edebileceği hiçbir şeyinin olmadığını söyledi. Paltomu çıkarıp ona verdim. Bana teşekkür ettikten sonra paltomu yere serip üstünde ibadet etmeye başladı.”
“Yürümeye devam ettim… Kilisenin yakınında yaşlı bir adam sürünerek ayine gitmeye çalışıyordu. Yanına gittim ve bana ayaklarının felç olduğunu, yürüyemediğini söyledi. Onu sırtladım ve kilisedeki ayine götürdüm.”
“Evime dönüyordum. Sinagogun bahçesinde küçük bir çocuk hıçkırarak ağlıyordu. Ona neden ağladığını sordum. Bana, Yahudi anne-babadan olma öksüz bir âmâ olduğunu ve daha önce kimsenin ona sinagogun neye benzediğini anlatmadığını söyledi. Başını okşayıp sinagogu anlatmaya başladım. Gözlerindeki yaşı sildi ve bana sarılıp teşekkür etti.”
“Sokağıma geldiğimde kalabalık bir grupta hararetli bir tartışma yaşanıyordu. Din adamı olduğunu söyleyen kişiler, inançsız olduğunu söyledikleri birine hararetle inançlarını anlatıyorlar ve onu kendi dinlerine davet ediyorlardı. Bu hengamenin içinde, tepinen ayaklar altında yavrusunu ağzında taşıyan yaralı bir anne kedi gördüm. Onları kucaklayıp kargaşadan çıkardım. Anne kedi çenesini gevşetip yavrusunu bıraktıktan sonra uzandı ve bir daha hareket etmedi. Kucağımda yavru kediyle yere çökmüş otururken onu duydum: Tanrı’yı. Bana sesleniyordu…”
Sükunetle ve hayretle dinleyen kalabalık merakla sordu:
“Ne dedi?”
“Sana ne söyledi?”
Kadın cevapladı:
“İbadetimin kabul edildiğini…”
Yazan: Erkin Uzun
Sayı: 54
Elinize sağlık ,çok beğendik yazılarınızın devamını bekleriz.