Bazen bazı şeyleri hiç yazmamayı dilersiniz ya, hani şu an kalemimden dökülecekler de tam olarak o aslında. Yazıyı hazırladığım vakit tam olarak 17 Şubat Cumartesi 2018 ve saat 21:26’yı göstermekte. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne 19 gün var. Her yıl ısrarla yürüyüp hiçbir kazanım elde edemediğimiz gün hani. Yalnızca feminizm tişörtü giyip yürüyüşlere katılıp stres atmanın kadın hakları savunması olarak göründüğü bir dönemden belki de fazla şey bekliyorum, aptalca.
Dün
Sosyal medya sayesinde acı bir haberle boynum büküldü ve beraberinde tüm yakınlarım yine gözümün önüne geldi. 4,5 yaşındaki bir çocuğun cinsel istismar adı altında vahşi şekilde kurban edildiği bir haber geldi. Babası, öz babası, bu çocuğa ve annesine tecavüz ediyor. Öyle vahim bir durum ki, annenin kanseri ilerliyor ve çocuk tuvaletini bile tutamayacak vaziyete geliyor. Bitmemişti; aynı anda 3 yaşındaki bir çocuğun tecavüz yüzünden iç organlarına kadar parçalandığını okudum ve dedim, bu eski haber.
Eski Haber!
Yani, eskimiş. Olmuş bu daha önce. Ben bile bunu deyip geçecektim daha fazla üzülmemek için ama eski değilmiş. O minik bebek kadar tazecikmiş haberi de. Öylesi alışmışız ki bunları duymaya, geçilecek haber olmuş istemsizce.
Kadın Cinayetlerini Durdurma Platformu’nun verilerine göre 2017 yılında:
“409 kadın öldürüldü.
387 çocuk istismara(!) uğradı.
332 kadına cinsel şiddet uygulandı.”
Sonuç ne oldu?
2018 itibari ile var mı değişme?
Ocak ayı itibari ile 28 kadın öldürüldü ve cinsel şiddet de istismar da devam etmekte. Bazen dünya dursun, bir şey olsun, dünya kalmasın, dünya kalsın insanlar bir toz bulutu olsun istersiniz ya hani, ben de sadece bunu istedim. Pisliğin temizlenmesi için koca okyanuslar bile yetmeyecekti ve ben sadece artık insanlar kalmasın, yok olsun istedim. Olmadı. Ve böyle zamanlarda “olmayacak duaya amin” demenin ne demek olduğunu çok daha iyi anlıyorum.
Aşklar yitirdim, sevdiklerimi yitirdim ve keza hayallerimi yitirmekten korktum; yazdım. Ağlayarak yazdığımı, gülerek yazdığımı, hissizce yazdığımı biliyorum ancak ilk kez her gözyaşı damlam akarak kalbime nüfus ediyor ve ben ilk kez böyle yazıyorum.
Canım Livaneli, Kardeşin Duymaz’da;
“Susarlar sesini boğmak isterler
Yarımdır kırıktır sırça yüreğin
Çığlık çığlığa yar geceler
Kardeşin duymaz, el oğlu duyar”
diyor.
Biz birlikte Türkiye’yiz, biz kardeşiz cümlelerinin ardında kocaman bir ‘kardeşin duymaz’ gerçeği yatıyor.
Biz birlikte yok oluyoruz.
Birileri öldüğünde teker teker ölüyoruz, habersizce.
Satır aralarında kaybolurken yitirilenlerin isimleri, biz yitirilmiş boşluklara yazıyoruz tüm isimleri; faydasızca.
Beste içinde aynı zamanda şu sözler geçmekte:
“Yıkılma bunları gördüğün zaman
Umudu kesip de incinme sakın”
Yapacak şeyleri yapmanın vakti geldi belki de. Umudu kesmeden ve yıkılmadan daha güçlü biçimde…
Şimdi değilse ne zaman?
O zaman geldi;
Şu an.