Hatice Dökmen’in Salı Ertesi adlı kısa romanı, Kasım 2017’de Kanguru Yayınları’ndan çıkarak okuyucusu ile buluştu. Roman, Aziz isimli ana karakterin iç dünyası ve çelişkileri üzerine kurulu. Karakterin, dışarıdan bakıldığında sıradan gibi gözüken durgun bir yaşamı var; ancak derinlere inildikçe korkunç bir karanlık çıkıyor karşımıza. Aziz’in, içindeki karanlıkla boğuşmasının ve iç hesaplaşmalarının konu edildiği roman, aslında uzun bir durum öyküsü olarak nitelendirilebilir. Çocukluğunda başından geçen bir olayın karakterin tüm hayatını nasıl etkilediğini, onu kimlere ve nelere mecbur bıraktığını ve nasıl bir sona taşıdığını yine onun gözünden izliyoruz. Kitabın kurgusu, karakterin çocukluğu ile yetişkinliği arasındaki uzun zaman dilimine yaslanmış olsa da konu günümüzü ele alıyor. Romanda, ülkemizde meydana gelen pek çok güncel olaya da yer verilmiş. Yazar, dünün ve bugünün kanayan yaralarından biri olan çocuk tecavüzlerini konu ederek çok önemli bir toplumsal soruna parmak basıyor ve ‘çocuk susar sen susma’ sloganının sadece bir slogan olmaktan çıkıp gerçeğimiz olması gerektiğine de dikkat çekiyor.
Kitabın giriş bölümünden, Aziz’in karakteri hakkında yeterince bilgi sahibi oluyoruz. Aziz, yalnız bir gençtir. Yazarak kendinden ve dünyadan uzaklaşmaya çalışıyor. Kendinden nefret ediyor.
“…Böyle yaşlanacağım. Yavaş yavaş eskiyorum. Yavaş yavaş eksiliyorum. Böylece; kendi kendine kokan, kendi kendine çürüyen, kimsenin bilmem neyine takmadığı, ucube bir zavallı olarak yok olup gideceğim. Bağıra bağıra susarak, sırıta sırıta acı çekerek, dona dona yanarak biteceğim…”
Sırları var, o sırların ardına gizlenerek hayattan kaçıp ömür boyu susmayı tercih ediyor. Daha doğrusu annesinden edindiği öğrenilmiş çaresizliğin içinden çıkamıyor.
“- Kimseye hiçbir şeycik söylemek yok… Duydun mu sarı kuzum? Kimseye bir şey söylemek yok. Bu sır seninle mezara gidecek, anladın mı?
Zaten dereden beri bitmeyen ağıtımın arasında burnumu çekiştirerek kafamı salladım. Kırklanma sonrası Mushaf’a da el basmıştım. O gün olanları kimseye söylemeyecektim…”
Hayatını mahveden şeylere boyun eğerek onları hep hayatının içinde tutuyor. Tek başına yaşadığı evinde, başına buyruk bir yaşam sürüyor gibi görünse de aslında onun özgür olmadığını, geçmişten getirdiği travmalarının esiri olduğunu kitabın ilk sayfalardan anlıyoruz. Onu bu denli yaralayan olay, kitabın ortalarına dek giz perdesi ardında bırakılmış.
Kitapta bir diğer önemli karakter, Aziz’in patronu ve aynı zamanda üvey babası Rafet. Aziz’in zayıflığının, kaderciliğinin ve huzursuzluğunun sembolü, Rafet. Onların ilişkilerine baktığımızda, toplumdaki korkunç bir kırılmaya ve yozlaşmaya da tanık oluyoruz. Rafet karakterinin Aziz’in hayatında ne denli önemli bir rol oynadığını yavaş yavaş gözlemliyoruz. Kitabın yarısına doğru ilerlediğimizde bazı düğümler çözülmeye başlıyor. Gizem ve merak unsuru, bu yönüyle dozunda verilmiş. Bu da durgun bir suyu izler gibi izlediğimiz Aziz’i bırakıp gitmemizi engelliyor.
Bir yazar olan Aziz’in de kaleminden çıkan öyküleri okuma fırsatı buluyoruz bu arada. Kitap, ana metnin içine serpiştirilmiş bu öykülerle renkleniyor. Bu öyküler, konunun yarattığı kasvetten bir nebze kurtulmamızı da sağlıyor aslında. Yazarın öykü türüne olan bağlılığı burada da kendini gösteriyor ve bunun sonucu olarak roman, bir öykü kitabının havasına bürünüyor.
Kitapta bir de sonlara doğru ortaya çıkan ve Aziz’in yaşamında dönüm noktası olacağını başından ön göremediğimiz bir sıradanlıkla romana dâhil olan Ebru karakteri var. Bu karakter, Aziz’de, her şeye rağmen saf, tertemiz kalmış bazı duyguları temsil ediyor.
“…Ebru öyle şeyler yapmaz. Ebru’ya öyle şeyler yakışmaz. O öğretmen olacak. Kendi gibi cici cici öğrencileri cici cici gelecekleri olsun diye cici cici bilgilerle donatacak…”
Aziz’in yaşadığı onca olumsuzluğa rağmen hâlâ normal bir yaşam sürebilmek için derinlerinde sakladığı bir arzuyu açığa vuruyor. Aziz, normal yaşama asla kavuşamayacağını bilse de; Ebru, Aziz ile kitabın kötü karakteri Rafet’i bir hesaplaşmanın içine doğru sürüklüyor ve Aziz’de bir uyanış meydana getiriyor.
Roman anlatıcısı Aziz, bir yazar. Çocukluğundan beri yazmayı seviyor.
“… Bir gün öğretmen sordu. Aziz, büyüyünce ne olmak istiyorsun? Kitapçı örtmenim. Nasıl yani? Kitap mı satacaksın? I ıh! Kitap yazacağım…”
Yazma konusunda da sorunlar yaşıyor, Aziz. Sıkıntılarını dile getirmesi de yazan kişilerin kendini bulabileceği bir başka konu.
Yazar, olayı uzaktan izleyerek başarılı bir şekilde kendini soyutlamış ve kurguya dışarıdan bakabilmeyi başarmıştır. Hatice Dökmen, toplumsal yaralara metinlerinde yer veren bir yazar olarak bu romanda da üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiş, olay kahramanı aracılığıyla toplumsal duyarlılık oluşturmayı başarmıştır. Romanın dili, zorlama ve uzun cümlelerden uzaktır. Gündelik konuşma dili, anlatıma doğallık katmıştır. Salı Ertesi, sadeliği, çarpıcı konusu ve konunun işlenişi ile zihnimizdeki yerini daima koruyacak bir roman.