P. bir yerlerden silah bulup kafasına sıktığında henüz otuz yedi yaşındaydı. Annesinin amcasıyla olan gizli ilişkisiydi en son aklından geçen düşünceler. Otuz yedi yaşında kafasına silah dayayıp intihar etmeye kalkışan biri için çok da derin sayılamayacak bir konuydu bu. Kendisini bir uçurumun kenarında hayal etmekten başka bir çaresi yokmuşçasına çekmişti tetiği ve evinin en sevdiği duvarının en sevdiği tablosuna sıçramıştı beyninden akan kan.
P. bir yerlerden silah bulup kafasına dayadığında henüz yirmi dokuz yaşındaydı. Aklına ilk, küçükken arkadaşlarıyla oynadığı oyunlar gelmişti. Ve sekiz yıllık bir aradan sonra tekrar aynı şeyleri yapacak olan biri için gerçekten çaresizdi çünkü onun ne çok iyi bir arkadaşı olmuştu ne de çok iyi olduğu bir oyun. Ortalama bir çocukluk geçirmişti belki. Ama kendisi için her şeyden önemli olan ruhuna karşı yaptığı bu ihanet, onun o gün orada evinin en sevdiği duvarının en sevdiği tablosunu kirletmesini önlemişti.
Tabii ki sadece sekiz yıllığına…
O sabah hava güneşliydi aslında ama P. için bulutlar hiç olmadığı kadar sık ve hiç olmadığı kadar karaydı. Dünyaya geleli tam otuz yedi yıl olsa ne kadar da komik olur diye düşünmüştü içinden. “Otuz yedi yaş doğum gününde intihar eden bir adam…” bu sözler ona hiç gelmediği kadar mantıklı gelmeye başlamıştı artık. O günün tarihini hiç bilmiyordu, sadece otuz yedi yaşında olduğunun farkındaydı. Evet belki yılları saymadan yaşını saymak çok zordu ama her zaman tam olması gereken yaşta olmuştu o. Otuz yedi yaşında olmalıydı o sabah sebebi belirsiz bir şekilde. Ve kendisini Mesih ilan eden bir delinin sırıtışı gibi bir sırıtış vardı yüzünde. Tüm olacakları önceden bilebilmek kendisinin en sevdiği yanıydı. O sabah neler olacağını da dünyadaki tüm herkesten daha iyi biliyordu. Belki bugün onun doğum günü değildi ama otuz yedi yaşında olmalıydı. En azından insanların her gün gidip önüne kapandıkları, uğruna şarkılar, besteler yaptıkları yüce, kudretli ama bir o kadar da insanların kendisini güç için, iktidar için kullanmasından mustarip olan çaresiz Tanrı böyle istemişti.
P. o gün otuz yedi yaşındaydı. Ve içinden sekiz yıl öncesinden kalma bir davayı tamamlamaktan başka hiçbir şey gelmiyordu. O sabah buzdolabı biraz garip sesler çıkarmış olmasına rağmen ne önemi var diye düşündü, zaten uğramayacaktı bir daha buralara ya da yine başarısız mı olacaktı, ruhuna karşı beslediği sevgi hâlâ çok mu güçlüydü? O her ihtimale karşı buzdolabı servisini aradı. Patronu ona bir buzdolabı alalı epey olmuştu. Eskimişti hâliyle, zaten bedava maldan ne hayır gelirdi ki derken bir şeyi atladığını fark etti. Çok küçük bir şeyi, gözünün önünde duran ama asla fark edemediği bir gerçeği fark etti o an. Buzdolabı servisi pazar günleri çalışmıyordu. Günleri asla saymamasına rağmen sabahki sokak sesinden o günün pazar olduğu belliydi. Sadece pazar sabahları klasik müziğin çalındığı bir lokantanın hemen üst katında oturuyordu ve kulaklarına gelen melodiler sevgili Frederic Chopin’in bundan tam 200 sene önce yazdığı sonatından başka bir şey değildi. Bu da demek oluyordu ki bir firmada teknisyen olarak çalışan komşusu bu işi çözmek için tek çaresiydi. Neden ki? Buzdolabı çalışmadan da ölebilirdi. Yoksa gerçekten korkuyor muydu ruhuna karşı bir bozguna daha uğramaktan? Buzdolabı olmadan da bugünü yaşayabilirdi ama kesinlikle otuz yedi yaşında olmalıydı. Çünkü göklerdeki çaresiz adam böyle istemişti.
P. komşunun kapısını çaldığında mutluydu, en azından her şeyi garanti altındaydı artık. Oysaki kapı açıldığında komşusunun elindeki kanlı bıçak tüm gerçekleri bir daha göz önüne seriyordu. Evet ve hayır. Komşusunun karısına aşıktı. Bu öyle bir aşk değildi gerçi sadece çok güzel bir kadındı komşusunun karısı ve ölmek için daha çok gençti. Tüm bunları düşünürken kanlı bıçak içini hiç rahatlatmıyordu ki bir firmada teknisyenlik yapan komşusunun gözlerindeki kin ve alnından akan onca ter de durumu hiç güzelleştirmiyordu. Bu kadar saçma bir gerçek olamazdı. Ne yani belki adam içeride kurban kesiyordur, hem neden karısını öldürdükten sonra kapıyı çalan birine kapıyı açsın ki diye düşünürken adam elindeki bıçakla üzerine gelmeye başlamıştı bile. Kararlıydı, bu iş sekiz yıl aradan sonra bitmeliydi.
Kendi evinin en sevdiği duvarının en sevdiği tablosunu kirletmek üzere olan otuz yedi yaşındaki bir adamın aklından geçti tüm, bu sabah yaşanmamış ama yaşanması muhtemel olan olaylar kafilesi ve o güçlü ruhu artık direnemiyordu içindeki bu davayı bitirme arzusuna. Tetiğin orada olup olmadığını yokladı. Her şey artık çok daha basitti.
P. bir yerlerden silah bulup kafasına sıktığında henüz otuz yedi yaşındaydı ve kaçmıştı tüm bu gerçeklerden, kaçmayı sonunda başarmıştı.
Ve son kez otuz yedi yaşındaydı o sabah.
Son kez düşünmüştü her şeyi.
Bildiği ve bilmeyi istediği tek şey kendisini bundan otuz yedi gün önce bırakıp giden biricik sevgilisin mutluluğuydu.
Yazan: Uygar Güler