Öyle bakarım gözlerin içine, buraya, bu dünyaya ait olan o alacalı kahverengi gözlerine. İki elimle yüzünü ellerimin içine alır, kafanı kendime doğru çekerim ve doğruca boynuna bastırırım burnumu. Şah damarındaki atışı dinlerim uzunca.
“Söyleyeceklerim var sana, kardeşim, otur şöyle, beni dinle”. Böyle derim. Anlamazsın ama itiraz etmez oturursun. Benim ciddi konuşmalarıma, bazen ağır kaçan ciddi konuşmalarıma alışkınsındır. Yanına otururum. Bu kez dayanamaz “ne oturdun dibime, geçsene şöyle karşıya” dersin. “Böyle iyi” derim sakince.
(Sıcaklığın sürüyorken hissetmem gerekiyor. Kavanoza nefesini doldursam, seslerini kaydetsem, saçından tutam kessem ya da ellerimi versem sana, yanında götürsen. Korkarsan tutarsın, ben yanındayım her zaman).
“Kardeşim” derim; boğazıma oturmuş düğümü açmak için iki üç yutkunma sonrasında. “Vedalaşsak mı acaba; ne zaman ne olacağı belli olmaz”. “Ölecek miyim?” dersin. Bana güveniyorsun, biliyorum. Vereceğim cevaba inanacaksın, sana yalan nasıl söylerim?
(Evet, tam dokuz gün sonra öleceksin. Yarın öğlene doğru bağışıklık sistemin çökecek ve sepsise gireceksin, seni yanımızdan alacaklar çünkü nefes alamayacak, boğulacak gibi olacaksın. Şimdi böyle sakin bakan gözlerin büyüyecek panikle; ellerin, ah! ellerin!)
Tutamam kendimi ağlamaya başlarım. “Ölmeyeceksin!” derim inançla. Gözlerimi aça aça. İnanacak gibi olursun. Bana hep inandın sen. Şimdi de inan. Korkma. “Seni çok seviyorum, hep çok sevdim ve senin varlığındır ailemizi aile yapan.” derim birden. Acımın şiddetinden beynim bana oyunlar oynar, dediklerime inanacak gibi olurum. Ayaklarını görürüm birden, ufak, derli toplu ayaklarını. Pijamanın içindeki vücuduna bakarım.
(Ne çok iğne ve serum yarası var kollarında, ellerinin üstünde, boynunda. Sana neler yaptılar böyle?)
Yanında sakince otururken içinde bulunduğumuz anı zamanın sonsuzluğuna asalım isterim. “Sensiz hayat ne kadar eksik olacak, olan biz kalanlara olacak, sen korkma” demek isterim. “Cennete gideceksin ve tüm sıkıntılar bitecek.”
Oysa henüz hiç bir şeyden haberimiz yok. Öylece oturuyorum karşında, belirsizliklerden tedirgin, sıkıntılı. Daha çok uzun bir tedavi süreci var önümüzde. O anda ne yarın öğlene doğru sepsise gireceğini biliyorum, ne de öleceğini dokuz gün sonra. Seninle vedalaşmak aklıma gelebilecek son şey. Sorularına yanıt veriyorum sabırlı ve sakin. O hayati ilaç tükenmiş, piyasada yokmuş. Ankara’ya yazı yazdı hastane, tam bir hafta oldu, bekliyoruz. Bir sürü insanı aradık, süreci hızlandırmaya çalıştık. Sen hepsini tek tek soruyorsun. Dün de sormuştun, yine soruyorsun. Aldığın cevaplardan tatmin olmuyorsun. Yüzünde öfke gölgeleri dolaşıyor. Günlerdir hastanedesin, sıkıldın artık.
Benden sözler bekliyorsun, umut dolu, farklı ve seni şaşırtacak sözler. Yaşamak istiyorsun. Kalbin umutla dolsun istiyorsun yeniden, biliyorum. Ama sözlerim tükendi benim, sana diyemem bunu. Kendime de diyemem. Oturuyorum öylece yanında. “Haydi, git artık” diyorsun, ama getirdiğim yemeği yemedin yanımda. Senin iştahın yok. Benim moralim yok. Gidesim yok. Kalasım yok. Yokluklar içindeyim. Giderayak, “sana kasket alacağım yarın” diyorum; “hastaneden çıkınca takarsın”. Yürümeyi ve kasket takmayı seversin çünkü. Gözlerinde cılız bir sevinç pırıltısı beliriyor, işte yine dedim bir şey, yarın için ona umut verecek bir şey. Çocuklaşıyorsun, “mavi olsun rengi” diyorsun gülerek. Dönüp seni öpmüyorum, mikrop kaparsın diye öpüşmek yasak. Sabaha karşı eve telefon açacaklarını bilmiyorum o an. Yorgunum, eve gidiyorum.
Odana girince solunum cihazını çıkarıp atmaya çalışan seni görüyorum; yetmiyor, yetmiyor, yetmiyor oradan gelen oksijen. Gözlerinde panik, bir şeyler anlatmaya çalışıyorsun ellerinle.
Apar topar götürüyorlar seni, gidiyorsun işte. Boğazına bir hortum takacaklar yoğun bakımda, seni makineye bağlayacaklar. Uyutacaklar seni kardeşim, artık konuşmak yok. “Korkma” diyorum sedyenin yanında koşarken, gözlerimi kocaman aça aça. Oysa ben çok korkuyorum. Sana bir şey demem lazım. Öylece yollayamam seni. Aklıma birlikte seyrettiğimiz ve çok sevdiğimiz bir film geliyor; hani her şey sarpa sarmışken ve iki kardeşin biz bittik artık dedikleri noktada, hani bir mucize olmuştu ve kurtulmuşlardı ve hani hayat yine normal neşesine geri dönmüştü. İşte o film geliyor aklıma birden. “Korkma” diyorum tekrar, kapılar yüzüme kapanmadan haykırıyorum can havliyle “Her şey çok güzel olacak!”.