Kadim bir kentin ıssız sokaklarına düşürdüm yolumu. Benim kentim, vatanım, çocukluğum, geçmişim, delice özlediğim… Yabani sarmaşıklar sarmış duvarları, örümcekler mesken tutmuş odaları; her yerde cirit atıyor sinekler, böcekler ve boğucu sıcak kaplamış vatanımın dört bir yanını. Baktıkça artıyor içimin yangını, yanıma aldığım buzlu şişenin suyu kaynamış; hani diyorum kessem şuracıkta bileklerimi, kaynar akacak kanım bile. Canım benden koptu kopacak, bir pamuk ipliğiymiş bedenimde onu tutan. Koca bir ah çekiyorum içimden. Koşmak istiyorum ama çıldırmışçasına çarpan kalbim izin vermiyor bana. Haykırıp arşınlamak istiyorum geçtiğim yolları.
Bizden sonra açmamış çiçekler, otlar bürümüş bahçelerimizi, başı boş atlar bir görünüp bir kayboluyorlar. Belki diyorum, belki de bir rüyadayım şimdi… Acıyı hissediyorum her zerresiyle, duyuyorum, hayal olamaz diyorum; gerçek hepsi. Elimde tutuyor, gözümle görüyorum. Yerden bir avuç toprak alıp yanaklarıma sürüyorum. Ufacık taşlar dağlıyor yüzümü. Keşke, keşke bir kâbus olsaydı bu yaşadıklarım. Gözlerimi kapayıp açsam ve kaybolsa hepsi. Ya da bir örtü olsa üzerinde, kaldırsam onu, tıpkı eskisi gibi olsa her şey. Çeşmelerden gürül gürül aksa sular, kapıların önünde uyuklasa köpeklerimiz, bal gibi olsa ağaçlarımızın meyvesi, masmavi gökyüzüne şarkılar söylese kuşlar, mis gibi koksa pişen yemeklerimiz, annem oyundan eve çağırsa bizi, sonra bir yolunu bulup yine çıksak, geceleri yıldızlar anlatsa bize öykülerini, çoğalsa sevgilerimiz, neşemiz çoğalsa, çoğalsa, çoğalsa…
Şimdi her şey kayıp kadim kentimin ıssız ve çürümüş et kokan sokaklarında. Öncesi bilinmiyor ama sonrası koca bir hiç…
Sayı: 68