KAR TATİLİ
“Fırına da uğrayacaksın, unutma!” diye bağırdı arkamdan. Asansöre binip sıfıra basarken homurdanıyordum. Annem hep böyle yapar. Bulmuşken, bir iki iş daha yüklemek onun işi. Asansörün aynasında kendime bakıyorum. Kâkülümden bir tutam çıkarıp bereyi kaşlarımdan yukarı kaldırıyorum. Apartman kapısının önü tertemiz. Rahmi Bey amca bahçe kapısının önüne kadar olan yoldaki karı küremiş. Önce fırına gitmeye karar veriyorum. Marketi dönüşe bırakacağım. Karın en çok çiğnenmiş yerinden vahşi bir hayvan gibi iz sürerek kaymadan yürümeye çalışıyorum. Karşı apartmanın bahçe duvarında birikmiş karları toplayan çocuklar birbirlerine fırlatıyorlar. Okulların tatil olmasından bir ben mi nefret ediyorum? Burnumu kaşkoluma sokup ilerliyorum. Karın sert yerlerine bastığımda botlarımın çıkarttığı gıcırtıyı hoşuma gidiyor. Fırın, henüz uzak ve sıcak bir hayal gibi. Çörek de alacağım diyorum, cebimdeki paraya bakarak. İki ekmek için bozukluklar ve market için yirmi beş lira. Meydana çıkan son sokağı da dönerken kafama yediğim sert bir darbe aniden arkamı dönmeme sebep oluyor. Hiçbir şey anlamadan bir kar topu da sağ yanağıma yapışıyor. Kâkülümle kaşkolum arasında tuhaf bir sıcaklık oluşuyor. Oğlanlar hem kaçıyor, hem gülüyorlar. Duyuyorum ama sağ gözüm kör oldu galiba, göremiyorum. Kaşkolun ponponlu kısmıyla yüzümü siliyorum. Allah’ın cezaları! Arkalarından koşmayı düşünürken, sokaktan geçen taksinin zincirli tekerleği, çamurlu kar karışımını üstüme tükürüveriyor. Lanet olsun. Adımlarımı sıkılaştırıyorum. Artık kayıp düşmekten de korkmuyorum.
Fırının içi cennet. “İki ekmek” diyorum, acele etmeden. Fırıncı çırağı sırıtıyor:
“Düştün galiba.”
“İki tane de çikolatalı çörekten ver.” diyorum cevap olarak. Çörekleri paketlerken hâlâ sırıtıyor aptal. Market parasından beş lira çöreklere gitti. Annemin siparişlerini kafamda önem sırasına koyuyorum: Ayçiçek yağı, bulaşık deterjanı, iki limon, kahve. Para yetmezse kahveyi unutmaya karar veriyorum çabucak. Apartmanın kardan temizlenmiş kapısına gelince güvenle etrafıma bakınıyorum. O çocuklardan intikam almak ne iyi olurdu. Boğazımı bir şey sıkıyor. Burnumun ucuna kadar gelen bir su damlası rüzgârda sallanıyor. Rahmi Bey amca camdan sesleniyor: “Düştün mü yoksa kızım?” Boğazımdaki yumru büyüyor.
Annem kapıda kayıtsız, elimdekileri alıp mutfağa yöneliyor. Üstümdekileri çıkarmadan kendimi yatağıma atıp kafamı yastığın altına gömüyorum. Annem içeriden “Ama kahvemi almamışsın!” diye itiraz ediyor. Yastığın altına gömülüyüm; sessiz, sıcak ve yumuşak. Annemin odama geldiğini yatağın kenarına oturmasından anlıyorum. “N’oldu sana güzel kızım?” derken beni yüzüstü çevirmeye çalışıyor. Kar topu yiyen yanağıma elini götürüyor. “Düştün mü yoksa sen?” Ağlamaya başlıyorum. “Çocuklar kar topu attılar.” Annem, kabanımı çıkarmama yardım ediyor. Kaşkolumu, beremi alıyor. “Eşekoğlu eşşekler!” diyor sadece. Üstüme battaniye örtüyor.
Çay kaşığının fincanda çıkardığı çıngırtı ve annemin sesi ile uyanıyorum: “Kalk artık uykucu, sana çay yaptım.” Tepside iki fincan çay ve çikolatalı çörekler. Komodinin üstüne koyuyor. “Zaten karlı havalarda sıcacık çay, kahveden daha iyidir. Akıllı kızım benim!” diyor. Çörekler çayın yanında mis gibi. Odam sıcak. Sağ yanağım hâlâ biraz yanıyor gerçi.