KENDİMİ TANIMA ADINA ÇIKTIĞIM YOLCUĞUN İLK DURAĞI: “İNKAR”
“……Sizin probleminiz psikolojik, yardım almak ister misiniz?” dedi? Bir çırpıda çıktı bunlar ağzından. “Psikolojik” kelimesini ilk kez duyuyordum sanki. Kanser dese daha az üzülür ve bir hastalığım olduğu konusunda haklı çıkmanın gururunu yaşardım. ”
Vücudum alarm vermeye başlamıştı. Siyah sinyaller veriyordu bana. Hayatın tüm renkleri bu siyahın içinde kayboluyordu.
Nasıl mı veriyordu sinyali?
Sadece annemin sesini duymak istiyor, telefonla onu arıyor ama konuştuklarını dinlemiyordum. Yaptığım sadece onun nasıl olduğunu kontrol etmek, yaşayıp yaşamadığından, hasta olup olmadığından emin olmaktı. Asla kendimle ilgili bir şey anlatmıyor sadece onun sesini duymak istiyordum. Gece yarıları uyanıp Whatsapp’a giriyor, en son ne zaman çevrim içi olmuş diye kontrol ediyordum. Önemli olan yaşayıp yaşamadığıydı. Instagram’a son eklediği fotoğrafa bakıyor, mutlu olup olmadığını anlamaya çalışıyor, Facebook’a girip en son ne paylaşmış diye bakıyordum. Yani sosyal medyayı esas amacına uygun kullanmıyor, sosyalleşemiyordum. Ha, bu arada ne annemin ne babamın bir rahatsızlığı vardı. Her ikisi de sağlıklıydı. Hatta benden daha sağlıklıydılar.
Midem bulanmaya başladı sonraları. İlk olarak mideme vurmuştu içimde biriktirdiklerim.
Sabahları zor uyanır, akşam eve gelince hemen uyumak için yatak odasına gidiyordum.
Acıkmıyordum, devamlı toktum.
İşe gitmek istemiyor ama bir türlü de istifa etme cesareti gösteremiyordum. Her sabah öğüre öğüre midemi tuta tuta duruşmalara gidiyordum. Müvekkil görüşmelerine katılmaya, dilekçe yazmaya, kalemdeki memurun gönlünü yapmaya çalışıyordum. Doktora gitmek aklımın ucundan bile geçmiyordu. Önemsemiyordum aslında kendimi. Hâlâ annemi aramaya sağlığını sıhhatini yoklamaya devam ediyordum da kendimin bir şeyi olabileceği aklıma gelmiyordu.
Mide bulantılarım sıklaştı. Öyle ki işe gidemez hatta yataktan kalkamaz hâle gelmiştim. Baş dönmeleri de artı olarak hayatıma girmişti. Yine böyle bir gün eczaneye gitmek aklıma geldi. Yoo, yoo! Hamilelik testi için değil; beni hemen ayağa kaldıracak bir mide bulantısı ilacı alacaktım. Aldım, geldim iki dakikada. Üç gün boyunca, günde üç tane olmak üzere içtim. Ve bekliyordum iyi olmayı.
Geçmedi.
Hemen mesaj attım bir arkadaşıma.
– Çok midem bulanıyor, sence ne yapayım? İlaç aldım eczaneden ama geçmedi.
– Nane limon kaynat be! Abartma, üşütmüşsündür.
– Yok onları yaptım ilk bir ay. En son eczaneden de ilaç aldım o da işe yaramadı.
– Hamile olabilir misin?
– Ya hayır kızım ne hamileliği! Bana halk ağzı sorular sormak, ananemsel tavsiyelerde bulunma da bir ilaç öner.
– En temel sorulardan başlıyorum işte, Adem ve Havva’dan başladım!
– Dünya bir toz bulutuydu evet !
– Tamam sinirlenme. Babamın kullandığı bir ilaç var. Kemoterapiden sonraki mide bulantıları için alıyor, hatta serum olarak da veriyorlar ama sana ağır gelebilir.
– Adı ne?
– ………
– Tamam ben gidip bir de onu alayım!
– Dikkat et ağır gelmesin, bana da yaz sonra nasıl olduğunu.
– Tamam, öptüm!
Evet, kemoterapi sonrası içilen ilacı da aldım. Mide bulantılarım artık geçecekti.
Yine geçmedi, aksine kendimi duvardan duvara vurma arzusu yarattı. İçim daraldı, kendimi camdan atmak istedim, yaklaştım da bu kafaya!
Artık bu da işe yaramadığına göre son çare ben mahallenin en yetkilisi olan, ailelerinin gurur kaynağı, reçeteli ilaçları kolaylıkla yazan, süper kahraman, yaşlı teyzelerin sevgilisi, tansiyon hastalarının gülen yüzü Aile Hekimi’ne gitmeliydim.
Gittim.
Bir sürü soru sordu.
Ve son söylediği şey; “Kan testi yapalım ama pek de kanla ilgili gibi değil.”
“Yakın zamanda üzüntülü bir olay yaşadın mı? Stresli bir işin mi var? Rapor yazayım mı? Ama önce bir kan testi yapalım ama pek de kanla ilgili gibi değil.”
Tamam, yapalım, ne gerekiyorsa yapalım…
Sonuçlar çıktı.
Evet, pek de kanla ilgili değilmiş ama bana uyduruktan bir ilaç yazdı, sonuçta bir şey yazmadan yollayamazdı. Eczaneden ilacı almaya gittim. Zaten ilk aldığım ilaçtı. Evde bir kutu var bundan, dedim, çıktım oradan.
Ertesi hafta, yakın arkadaşım hâline gelen mide bulantısı, yine geldi ziyaretime.
Bu sefer kararlıydım. Bir hastaneye gidecektim.
Sağlığa ve eğitime para harcamayı sevmediğimden hemen kendimi Okmeydanı Araştırma Hastanesi’ne attım. Sonuçta ücretsiz.
Benzer sorular. Beklenen cümle:
“Kan testi yapalım ama fiziksel bir şey gibi durmuyor anlattıklarınız.”
“Pardon? Ne gibi duruyor? Mide bulantısı fiziksel değil mi? Manevi mi? Fiziksel ne ya? İlla bacağım mı kopunca fiziksel oluyor?” diyecek oldum ki aklıma geldi. Burası Devlet Hastanesi’ydi. Burada öyle her aklınıza geleni söyleyemezsiniz, naz yapamazsınız, korkamaz ve ağlayamazsınız. İnsani duygulara çok değil hiç yer yoktur burada. Soğuk ve cansızdır her yer. İçinizde yaşarsınız ne yaşayacaksınız.
Yaptık testi. Sonuçlarda sorun yok.
“MR çekelim. Yarın gece 01:32’de yer var.” dediler. Nasıl bir saat bu ya, saçma sapan. Neden tam saat değil mesela.
Neyse ona da tamam dedim, sonuçta bir rahatsızlığım var ve bunun ne olduğunun bulunması lazım.
Yine bir şey çıkmadı. Allah kahretsin sevinemiyordum buna. Yine geçer gibi oldu.
MR’dan 10 gün sonra daha da sarsıntılısı başladı bulantılar. Değil yataktan kalkmak, gözümü dahi açamıyordum.
Çubuk krakerle hayatıma devam ediyordum. Gözümü açmadan yiyebiliyordum nasılsa onu.
Artık kendim için bir şeyler yapmam gerekiyordu. Ve kendime kocaman bir jest yaptım. Özel hastaneye gittim. Daha “kasada”, pardon pardon, “danışmada” hostes kızla pazarlık yaptım.
– Bakın burası benim 4. Durağım. Eczane- Sağlık Ocağı- Devlet Hastanesi ve sonunda siz. Benim hastalığımı kimse bulamıyor. Midem bulanıyor. Check Up yaptırmak istiyorum. Ama benim hastalığıma, pardon sonuçlarıma bir profesörün bakmasını istiyorum.
– Tamam efendim. Anlıyorum biraz gerginsiniz ama ben size yardımcı olacağım. Check up paketlerimiz bunlar, inceleyin, sonrasında sizi seçtiğiniz pakete göre hazırlayalım. Profesör olarak Alp Bey ve Necmettin Bey var. Hangisini tercih ede….”
Lafını bitirmesine izin vermemiştim.
– Necmettin olsun. Alp gençtir şimdi anlamaz benim hastalığımdan. Paketleri de inceleyemem, en kapsamlı olanı çekin kartımdan.
Bu konuşmadan sonra 3 saat boyunca hiç durmadan beni oradan oraya götürdüler. Tüm cihazlara soktular, idrar testinden, kalp grafisine, efor testinden kan testine, ultrasondan adını bilmediğim cihazlara kadar 3 saat gezdim durdum. Kendimi inanılmaz iyi hissediyordum. Sonunda hastalığım bulunacak, adı konulacak ve hemen tedaviye başlayacaktım.
Sonuçlar çıktı. En son bu heyecanı ÖSS yerleştirme sonuçlarım açıklanacağında hissetmiştim.
Profesörün odasına girdim. Bekliyorum teşhisi koysun diye. Buz gibi soğuk bir ses, gözlüklerinin üzerinden “Her şey normal!” dedi. Nasıl ya? Nasıl normal olabilir? Yaklaşık 3 aydır midem bulanıyor benim!
Bağıra çağıra çıktım odasından. Tehditler savuruyordum bir yandan.
“Boşuna insanlar doktor katili olmuyor.” diyordum.
Soluğu hemen “kasadaki”, pardon “danışmadaki” kızın yanında aldım. O beni anlıyordu. Ben memnun kalmadım bu doktordan, sonuçlarımı başka doktora göstermek istiyorum, benim hastalığımı bu da bulamadı diye anlattım durumu.
Saatin 14:00 olduğunu bu saatten sonra başka doktora randevu veremeyeceğini, cumartesi günleri öğlene kadar çalıştıklarını falan anlatmaya başlamıştı ki bağırmaya başladım.
Avazım çıktığı kadar bağırdım. (Her zaman sorunlarımı bu şekilde çözerim.)
Herkes toplandı başıma ve danışmadaki o kız beni bir odaya götürdü. “Başhekim” yazıyordu kapısında. “Sizinle başhekim ilgilenecek.” dedi. Arayıp da bulamadığım. Harika. En yetkili kişi yahu. Benim nasıl daha önce aklıma gelmemişti bu. Benim hastalığımı bulsa bulsa başhekim bulurdu.
Şükürler olsun.
Girdim odasına. Oda bembeyaz ve küçüktü. Beyaz önlük yoktu üstünde, herhâlde böyle bir problem (yani ben) çıkmasa karşılarına çocuklarıyla hafta sonunu değerlendirmeye başlayacaktı.
“Şikayetinizden bahseder misiniz?” dedi. Uzun uzun anlattım.
“Sizin bugün hastanemizde yaptırdığınız testlerin sonuçlarını ve buraya gelmeden gittiğiniz doktorların yazdığı hasta hikâyenizi siz odaya girmeden inceledim. Hatta bugünkü sonuçlarınızı da siz gelmeden kaşeleyip imzaladım. Biliyorum bu sizin hoşunuza gitmeyecek ama fiziksel olarak hiçbir sorununuz yok Nihal Hanım.” dedi.
Devlet Hastanesi’nde söyleyemediklerimi tek tek sıraladım. İnanılmaz bir sükunetle dinledi beni ve “Sizin probleminiz psikolojik, yardım almak ister misiniz?” dedi?
Bir çırpıda çıktı bunlar ağzından. “Psikolojik” kelimesini ilk kez duyuyordum sanki. Kanser dese daha az üzülür ve bir hastalığım olduğu konusunda haklı çıkmanın gururunu yaşardım.
“Yok, istemem.” dedim ve tüm test sonuçlarımı aldım ve koşar adım hastaneden çıktım.
Arabaya bindiğimde nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilmez hâldeydim.
Çok az bir yol gitmiştim ki sağa çektim arabayı.
Son görüştüğüm adamın üzerinde beyaz önlük yoktu. Avazım çıktığı kadar bağırdığım için apar topar beni odasına atmışlardı. Kapısında ne yazdığını, doktor olup olmadığını bile anlamamıştım. Hem odası bir “Başhekim” odası için fazla küçüktü. Belki de doktor falan değil, benim gazımı alıp sakinleştirmesi için ayarlanan bir temizlik ya da güvenlik görevlisiydi. Yani ben hastaydım ve o adam doktor değildi. Aslında emin gibiydim ama bunu delillerle desteklemeliydim. Ne de olsa ben avukattım.
Hemen hastaneler zincirinin 444’lü numarasını aradım. “Maslak’taki hastanenize gittim, o hastanenizin başhekimi kim?” diye sordum. İsmini söylediler ve teşekkür edip kapattım telefonu. Nazik bir hastaydım sonuçta. Söyledikleri isim, kaşedeki bilgiler ve reçetedeki imzayla uyuşuyordu. Ama emin olamıyordum. Adını soyadını internete yazdım ve sakince görsellere tıkladım.
Aman Allah’ım. Evet benimle görüşen bu kişiydi. Hani şu “Psikolojik” kelimesini kullanan. Tamam. İkna oldum.
O kadar doktor, o kadar test, kullandığım o kadar ilacın fayda etmemesi fiziksel bir rahatsızlığım olmadığına delaletti ama tüm inkarlarım sonucunda kabul etmiştim artık ve psikolojikti benim sorunum.
Terapilere başladım ertesi hafta.
İlk defa kendim için bir şey yapacaktım. Çok heyecanlıydım. Ama heyecan kadar suçluluk duygusu da vardı içimde o dönem. Kendi için hiçbir şey yapmamış bir insanın kendisiyle ilgilenmek zorunda kalması çok zordur.
Erken teşhisti sanırım benimkisi. 1 yıl gibi kısa bir sürede toparlandım ben.
İlk öğrendiğim ise çocukluktan geliyordu mide bulantımın nedeni. Sığmıyormuş içime yaşadıklarım, kendime değer vermiyor oluşummuş bana ağır gelen, kaldırmıyormuş midem artık kendimi kendime önemsiz hissettirmemi.
Böyle başladı benim kendimi tanıma sürecim. Terapi süreçlerimi de belki başka bir yazımda paylaşırım. Bir o kadar zor geçen ve geçmeyecek sandığım günlerdi…
Yazan: Esra Saltık
Kendinize karşı dürüst olmanız ve samimiyetiniz çok etkiledi beni. Muhteşem, sorunsuz süper mutlu insan taklitlerinden o derece sıkıldım ki siz en azından gerçeksiniz.