Elma şekerine tav olmuştum. Koskoca lunaparkta elma şekerinden başka bir şey çarpmıyordu gözüme. Oysa kim bilir ne gariplikler yaşanıyordu, özellikle de böyle bir akşamda. Bir tarafta, herkes etrafta neşeli, kocaman gülümseyen suratlarla dolanıyordu o eğlenceden diğerine; diğer tarafta, kafalarını çevirdikleri anda yüzleri öyle tuhaf bir şekilde değişiyordu ki sanırsınız demin gülücükler saçan onlar değildi. Fakat işin daha da enteresanı şuydu ki bunu fark eden sadece ben vardım. Annemin ve babamın surat ifadeleri de diğerlerinden farklı değildi; bana bakarken tatlı tatlı gülümseyen yüzleri, benden başka tarafa bakarken birdenbire asılıyordu. Bir taraftan insanları incelerken diğer taraftan incelediğim anlaşılsın istemiyordum. İçimden bir ses hiçbir şey yokmuş gibi davranmamın daha akıllıca olacağını söylüyordu. Gene de çocukluğun verdiği arzuyla, elma şekerinden başka bir olaya ehemmiyet veremiyordum. Yavaş yavaş yaklaşıyorduk da satıcı amcaya. Neyse ki diğerleri gibi değildi yüzü, daha gerçek gibiydi. Gerçek gibiydi derken aslında tam da doğru tabiri kullandım, tüm o diğer insanların yüzlerinde garip bir sahtelik vardı; korkutucu bir aldatıcılık.
Babamın kolunu çekiştirdim elma şekerlerine doğru. Bana bakan yüzü gülerken kafasını çevirdiğinde dişlerini gıcırdatıyor gibi gelmişti. Gitgide korkunçlaşıyorlar mıydı? “Hayır!” dedim içimden:
“Abartıyorsun, her şey yolunda…”
Sonunda tezgâha yaklaşmıştık. Heyecanla bakıyordum amcanın suratına. O ise beni karşısında görünce garip bir şekilde kaşını gözünü oynatmaya başladı; babamla annemin tarafına hiç bakmıyordu. Bana bir şeyler anlatmak ister gibi bir hâli vardı. Ama ne? “Bir tane elma şekeri alabilir miyim lütfen?” diye seslendim. “Tabii, kızım.” dedi amca kafasını kaldırmadan. Tezgâhta başka hiçbir çocuğun olmaması garibime gitmişti, bir tek ben seviyor olamazdım ya elma şekerini… Fakat aldırmadım, belki de buradaki çocuklar sevmiyordu, diyerek geçiştirdim kafamdaki endişeyi. Amca temkinli bir şekilde uzattı bana. Elinden alırken, annemle babamın başka tarafa bakmasından faydalanarak fısıltıyla; “Kızım, çok dikkat et bunu yerken. Bak lunaparkın ortasındaki elma ağacına, kupkuru kaldı, kimse sulamadı, ölmek üzere. İşte bu elmalar o ağacın son meyveleri. Tüm dünya aynı bu elma ağacı gibi kurumadan evvel, gerçeği görmenin zamanı geldi”. Tam zamanında bitirmişti konuşmasını, babam beni çekiştiriyor gibiydi, kolum acımıştı. Bir taraftan da, sanki elimden alınıverecekmiş gibi, elma şekerinden büyük parçalar koparmaya çalışıyordum.
Sadece babam değil sanki herkes aynı yere yetişmeye çalışıyor gibiydi. Çok kalabalıklaşmıştı ortalık. Kalabalığın arasından koşturdukları yeri görmeye çalıştım. Kocaman bir ahtapota benziyordu; kolları oraya buraya kaotik bir şekilde uzanıyordu. Korkunçtu, insanların böyle korkunç bir şeye acele ile yetişmeye çalışmalarına anlam veremiyordum. Öte taraftan elma şekerinin etkisi ile mi yoksa başka bir nedenle mi bilmem, insanlar bana kocaman devasa bir yaratığın minik parçaları gibi gelmeye başlamıştı. Kendimi babamın elinden kurtardım, varlığımdan haberdar gibi görünmüyordu zaten. Derhâl aksi istikamete doğru koşturmaya başladım. Kalabalıktan sıyrılmayı başarmıştım. Uzaktan baktığımda, ahtapotun kolları arasında kaybolmaya başladıklarını gördüm; tıpkı devasa bir çarkı da andırıyordu garip yaratık. Koşa koşa elma ağacının oraya gittim. Kurumuş elma ağacının altında bir geçit açılmış gibiydi. Merdivenleri gördüğümde hiç düşünmeden aşağıya inmeye başladım. Tek isteğim, bu delice diyardan uzaklaşmaktı; nereye gittiğimin pek de önemi yoktu gözümde. Merdiven basamaklarını birer ikişer atlayarak aşağıya kadar indim. Fakat aşağıya inmiş gibi değildim; sanki hâlâ yerin üstündeydim. Çevreme şöyle bir göz gezdirdim; elma ağacı yemyeşildi ve üzerindeki elmalar kırmızı parıltılar saçıyordu. İnsanlar rahat rahat uzanmışlardı çimlere ve hemen yanı başında bir nehir, üzerinde kuğularıyla, tatlı tatlı şarıldıyordu. Burada kalmak istediğime emindim, 14 yaşındaydım ve belki de erken bir karar almıştım. Şimdi nerede olduğumu soracak olursanız söyleyeyim; deliliğin tam ortasındayım. Fakat kimsenin bilmediği bir geçit biliyorum diğer tarafa; kurumuş bir elma ağacı ve ne de olsa her iyinin bir kötü, her kötünün bir iyi tarafı vardır bu çift başlı gezegende.
Yazan: Işıl Hız Çetin