Kentler ve kimlikler birbirlerini inşa ederken zaman ilerliyor, herkes ve her şey dönüşüyordu. Kentler, kimliksiz inşalar yaptılar modern endişeler altında, yerinden yurdundan edilmişleri yarattılar. Göçler içinde yaşamlar sürdü kimileri, aidiyetlerini yitirerek günbegün. Kentli olamadı her bir gökdelen camının ardındaki, ayakları altındaki toprağa hasretle tepeden baktı hep. İstemeden hem de. Kaçtı bazıları, başka kentlerde aradılar yeni yaşamları. Her bir veda ve her bir merhaba arasına kaç ömür sığdı. Kaç özlem birikti, kaç gözyaşı döküldü de birikemedi, sele yazdı.
Yabancılaşma ile başladı her şey. Önce kendine, sonra kentlere. Tanıyamadı önünden geçtiği dükkanları, alışamadı yeni sokaklara çünkü unutamadı çocukken hayal kurduğu köşeleri, ağaç tepelerini. Ne güzeldi Arnavut kaldırımlar, oynadığı parklar. Şimdi çirkin beton mezarlıklara dönüşmüştü anılar. Anılarda saklanan mekânlar. Evler. Aidiyetler. Kökenler. Çok kısa sürede olmuştu her şey. Her yer cam, çelik… Tozu dumanı eksik olmayan, nefes aldırmayan kentlerde hüküm sürmüştü yaşamlar.
Koyu bir duman gibi sarmıştı endişeler bedenleri, ne oraya ne buraya ait olan, sistematik ve robotik yaşamların temsiliydi yeni kimlikler. Yabancı kentlerde, öteki olan yaşamlardı. Artık kentler de onları tanımıyordu. Çünkü aslında yoklardı, kaybolmuşlardı. Kendi içlerinin modern labirentinde.
Sayı: 64