Bilmiyorum, belki de çok büyük bir hataydı, fakat ben büyükanneme hiçbir zaman pek inanmamıştım. Yani inansam bile, bu epey bir zaman önceydi sanırım, çok önce. Çünkü ihtiyarların ihtiyarlık vasfından başka bir şeye daha sahip olduklarını düşünmek ürkütücü gelmişti; ne yalan söyleyeyim, ben hâlâ ihtiyarlara pek fazla güvenmem, bir gün ihtiyarlaşacağımı bilsem bile.
Yine de benim büyükannem farklıydı; tüm ihtiyarlar gibi beyaz saçlıydı, hafif tombuldu, geceleri uyurken de hafif horluyordur herhalde. Aklınızda şüphe de kalmasın, çikolatalı kurabiyeleri de herhangi bir büyükanne kadar iyi yapardı. Fakat küçükken kardeşlerini de annesini de hiç sevmezmiş, beş çocuktan en büyüğü olmasına rağmen kasabanın ‘genç kadın’ koşullarının tekine bile uymadığını söylerdi. Akşamları çamaşır yıkamazmış, kardeşlerini öpmezmiş, dua etme vakti geldiğinde evin arka kapısından teyzesine belli etmeden sıvışırmış. Dedemle buluşmak için. Kışları kalın kazak ve upuzun çoraplar giymeyi reddettiğinden az daha zatürreden ölüyormuş, kolay sıyırdığını söylerdi. Sonra kahkaha atardı, dudağının kenarından sarkan kaba purosuyla; belki de ölseymiş, hatta bundan eminmiş, ailesi buna pek sevinirmiş. Zaman zaman, asla büyükbabamla evlenmek istemediğini de söylemeye cesaret ederdi. Sevdiği şey dua etmek ve çamaşır yıkama saatlerinden kaçmakmış, başkasına ait olmak değil. Kendine ait olmak yeterliymiş. Bir gün de, okulun son günü, yaşadığı kasabayı ve ailesini tamamıyla terk etmek arzusuna kapılmış. Bunu gerçekten yapacakmış, evden aşıracağı bir miktar parayla, küçük bir valizle. Arkasına bakmadan, not yazmadan… Eğer o sırada odada annem veya babam yoksa büyükannem kulağıma eğilir, bir zaman okuldaki tüm çocukları öldürme arzusu içinde olmuş olduğunu fısıldardı.
Biraz büyüyünce, ona neden büyükanne olduğunu sordum. Neden kaçmadığını. Neden evlendiğini. Neden kimseyi öldürmediğini… Biraz da onu suçluyordum, içten içe.
Cevaplayamadı. İnsan büyüyünce büyüyormuş.
Ben büyükannemi hiçbir zaman anlayamadım işte, bu yüzden de inanamadım, acaba öteki ihtiyarlara benziyor muydu? Bunadığı için mi böyle konuşuyordu, bilemedim. Şimdi onunla ilgili aklımda metroda olduğumuz güne dair kalan bir anı var. Çok kalabalıktı, yer yoktu, bir kadın ve beş yaşlarındaki çocuğu yan yana oturuyordu. Kadın büyükannemi görünce çocuğunu kaldırıp kucağına oturttu, sonra da boşalan yere oturması için büyükanneme kibarca baktı. Büyükannem öfkelenip kadının kucağından çocuğunu alıp eski yerine oturtmuştu. Bunu neden yaptığını sorunca bana aptalmışım gibi bakmıştı, çocuk kendi gücünü ve ağırlığını hissetmeliydi, bir birey olduğunu, ikide bir kendisini doğuran kadının kuklasıymış gibi hareket ettirilemeyeceğini bilmeliymiş. Bu kadar. Düşününce bile gülümsüyorum ama kendisi sonunda başka bir yere oturduktan sonra, öteki durakta metroya binen küçük bir çocuğa yerini vermişti. Herkesin ne kadar tuhaf baktığını hatırlıyorum. Ben de dâhil. Hatta şimdi bunları okuyan sizin bile garipseyen, tuhaf bakışlarınızı hissedebiliyorum.
Acaba neden tuhaf bakmıştık, şimdi merak ediyorum, o zamanlar hepimize çok mantıklı gelen bir sebep vardı belli ki; fakat ben büyükannemi hatırladıkça daha fazla garipsediğimi hissetmiyorum. Hatta aklımda ve ruhumda gizlenmiş çoğu sorunun cevaplandığını, karmaşık gürültünün dindiğini hissediyorum.
İşte bunlar, ben büyükannem hakkında pek fazla düşünmedim. Size ve kendime dürüst olacağım, ileride çocuklarıma büyükannemi örnek bir büyükanne gibi anlatır mıyım, dahası onun varlığından bile bahseder miyim bilmiyorum. Zaten büyükannemin de pek umurunda olmazdı bu. Bize benzemiyordu. Siz bu anlattıklarımdan sonra büyükannem hakkında ne düşünürsünüz bilemem, zaten ne düşünürseniz düşünün bu da büyükannemin umurunda olmayacaktır ama ben çocuklarımın bir kukla gibi büyümesini isteyeceğimi sanmıyorum. Hele de hemen büyümelerini. Çenesi durmayan kocamış komşumun ve sırf onun gibi birçoğunun yargıları ve uydurulmuş ahlak kuralları toplumda daha fazla yaygın olduğu için çocuklarımın bunlara baş eğmek zorunda olmalarını da. İşte, çocuklarıma bundan bahsedeceğime eminim ve bunların hepsi belki de hiç haberdar olmayacakları büyükannem sayesinde olacak. Onlar da çocuklarına ve onlar da çocuklarına bahsedecek, dünya sonunda iyileşinceye ve kimsenin çocuklarına bunlardan bahsetmesine gerek kalmayıncaya dek. Hepsi ise zırdeli, kuralsız, belki de ahlaksız diye niteleyeceğiniz büyükannem sayesinde.
Hayal etmek ne kadar zorlayıcı olsa da tombul bir büyükannenin beni gökyüzünde, bir bulutun üstünde seyrettiğine, kelimelerimi okuduğuna inanarak büyükanneme sesleniyorum. Bazen tüm o aynı insanlara bakarken bir anda aklıma geliyorsun, bazen, keşke tüm insanların böyle bir büyükannesi olsaydı her şey çok, dünya da çok farklı bir yer olurdu diye düşünüyorum. İstemsizce.
Siz bana aldırmayın, arada saçma konuşma ve tuhaf düşünme huyunu belki de büyükannemden aldım; ancak iyi bir kalbim var, bana inanın. Artık bir büyükannem olmadığına ve bulutların üstündeki ak saçlı bir kadından haber alma fikri kulağa oldukça tuhaf geldiğine göre sizinle konuşmayı denemeliyim. Tüm insanlarla. Kendimle. Doğacak çocuklar ve hepimiz için.
Minicik bir tavsiye:
Bir gün metroda küçük bir çocuğa yer veren bir ihtiyar görürseniz, çok tuhaf bakmayın. Hatta azıcık gülümseyin; ne diyeyim, belki bir gün siz de aynı şeyi yaparsınız. Üstelik bir büyükbaba, bir büyükanne olunca ve herkes sizden sadece çikolatalı kurabiye yapmanızı beklerken…