Çok uzun zaman oldu; ama artık başarmıştım: onu unutmuştum. Kalbimin kapısını penceresini yeniden aralamış, tozunu almış, kirini pasını atmış ve iyice havalandırmıştım. Kötü düşünceleri, kötü tecrübeleri, hayal kırıklıklarını eskimiş birer eşya gibi kapının önüne koymuş, kalbimin her bir yerini yepyeni hislerle donatmıştım. Nihayet birilerini kalbime buyur etmeye hazırdım. Çok geçmeden bunu da başardım. Kalbimde birini ağırlamaya başladım. Her şey önceki teşebbüslerimin sonuçlarından ötürü gösterdiğim çok ümitlenmemek yaklaşımıma rağmen ziyadesiyle iyi gidiyordu. Bu defa olacaktı. Arkadaşlarıma ondan bahsetmek için sabırsızlanıyordum. Her birinin vereceği tepkiyi zihnimde tasarlıyor, kendi kendime tebessüm ediyordum. Çünkü onların, yeniden birine kalbimi açmam için verdikleri tüm çabaları sonuçsuz bırakmış, tanıştırmaya çalıştıkları her insanı itmiş, itemediğimde de ben uzaklaşmıştım. Neyse ki arkadaşlar bir yere kadar diretip bir vakit sonra tercihime saygı duyuyorlardı; ancak akrabalarım bu konuda daha anlayışsızdılar. İş, davet edildiğim düğünlere parmağıma nişan yüzüğü takarak katılmalarıma kadar varmıştı. Neyse ki günün sonunda tüm bu saçmalıklar son bulacak, göğsümü gere gere kalbimde biri var diyebilecektim. Böylece herkesin gönlü olacaktı.
Onunla birbirimize o kadar ısınmıştık ki, birlikte geçirdiğimiz vakitler yetmemeye başladı, geceleri de birlikte olmalıydık. Çok geçmeden ilk gecemizi tertipledik. Sabahına, günlerdir yerli yersiz anlarda yüzümde beliren şapşal gülümsemenin sebebini tüm meraklılarına açık edecektim, kafamda bunu tasarlamıştım; ama gelin görün ki bu mümkün olmadı. Çünkü ayrıldık… Hem de daha o gecenin sabahı ayrıldık. Üstelik çoğu zaman bunu yapan ben olmama rağmen, bu defa ayrılmak isteyen ben değildim. Bu çok da önemli olmayan farklılığı önemliymiş gibi düşündüren şaşkınlığımı anlamlandırmaya çalışırken, sebebini sormaya da fırsat bulamamıştım. O gitti ve ben yine yalnız biri oldum.
Neden ayrılmak için o gecenin sabahını seçmişti, düşünüp durdum. Gerçi daha önce de bunu yapan birkaç kişi olmuştu; fakat onlarla, onu bir tutmayacağım; ama yine de geçirilen ilk gecenin sabahına terk ediliş vakaları beni artık kötü seviştiğim düşüncesine de itmiyor değildi. Tutunabileceğim tek mazeret bu olduğundan bir-iki gün bu mazerete tutundum. Sonra kendi kendime bu vedanın sebebini öğrenmeye hakkım olduğunu telkin edip onu buldum, karşısına çıktım. Ayaküstü de olsa konuştuk. Kurduğu birkaç cümleden anladığım, ayrılığın her ikimiz için de iyi olacağı düşüncesinde olduğuydu; bu ondan pek beklenmeyecek kadar klişe bir açıklamaydı. Haliyle beni asla tatmin etmemişti. Otuz yılı aşkın yaşantımda biraz insan tanıdıysam, biraz vücut dili öğrendiysem, dilinin ucuna kadar gelip de söyleyemediği gerçek bir başka sebep vardı.
Haklıydım… Haklı olduğumu birkaç gün sonra öğrenecektim. Bir defa daha karşısına çıktım. O sessizce gidebilen kadınlardan değildi, farklıydı; bundan günlerdir sırtında bir yük gibi taşıdığı o gerçeği, bir ağırlığı kaldırırken çıkardığımız ünlemeye benzer bir sesle, son bir gayret sırtından kaldırıp kucağıma atmasıyla iyice emin olmuştum. Duyduklarım karşısında adeta lâl oldum. Hiçbir şey diyemedim. Orada öylece kalakaldım. Meğer ben başaramamışım. Unuttuğumu sandığım o kadını, meğer hâlâ uykumda çağırır, hâlâ adını sayıklarmışım. Bir kadının yatağında, bir başka kadını sayıklamak… Ah! Ne kadar ahmakça! Ama ne kadar da kontrol dışı… Tam bir acizlik hali… Daha önce de böyle bir ahmaklık etmiş, bir başka kadına, yine o unuttuğumu sandığım kadının adıyla seslenmiştim. Neyse ki bir arkadaşım Mustafa Kemal’in Latife Hanım’a, Fikriye Hanım’ın adıyla seslendiği bir durumdan söz edip, bir dahiden verdiği örnekle ahmaklık konusunda kendime daha az kızmama yardımcı olmuştu. Yine de düşününce bu bile daha kontrol edilebilir bir şeydi; ama şu farkında olmadan da olsa yaptığım son şey, bir çuval inciri berbat etmekten başka bir şey değildi…
Bir sigara yaktım. Ben her bir çuval incir berbat olduğunda bir sigara yakarım. Şimdi ne yapmalıyım diye düşünürüm. Yine öyle yaptım, düşündüm. Ne yapmam gerektiğini biliyordum; ama nasıl yapacağım konusunda bir fikir yürütebilmiş değildim ve üstelik yaktığım sigarayı aldığım derin nefeslerle çabucak bitirmiştim. Biten sigaramı bir başka sigarayı tutuşturmak için kullanıp o esnada aklıma gelen ilk şiiri, kimsenin duyamayacağı bir sesle sigaranın dumanıyla harmanlayıp dudaklarımın arasından üfledim gitti.
bir kapısı olmalı
fakat nerede bilmiyorum
bilsem elimi bir ok gibi doğrultup
avazım çıkana kadar bağırırdım
çık kafamın içinden!
çık kalbimin içinden!
çık!