“Bir adam kralın kapısını çalmış ve ona demiş ki, ‘Bana bir tekne ver.’”
Yoksul bir köylü ailesinin evinden Nobel’e uzanan yolda, Saramago’nun kelimelerle nasıl ustaca oynadığı gözden kaçmaz. Yalın, anlaşılır diline rağmen cümlelerinin insanı bu kadar etkisi altına alışı, yazarın çok yönlülüğü ile ilgili olmalıdır. Zira makinistlik eğitimi alıp teknik ressamlık, çevirmenlik ve editörlük yapan; düz yazılarının yanı sıra şiir ve oyun da yazan sanatçıya rastlamak o kadar kolay değildir.
Bilinmeyen Adanın Öyküsü (1997), kısa bir masalın herhangi bir yaş grubu ile kısıtlanamayacak hâli. Bir adamın kralın “Dilekler” kapısını çalmasıyla başlayan 58 sayfalık kitap, bolca çizimle devam ediyor. Bütün adaların keşfedildiğine, artık bilinmeyen hiçbir adanın kalmadığına inanılan günlerde, adamın talebinin yeni bir ada aramak için bir tekne olduğu öğrenilince işlerin rengi değişir; kral istemeyerek de olsa o tekneyi adama vermek zorunda kalır- lakin mürettebatı o sağlamayacaktır.
Adamla kral arasındaki diyalogların okunmaya değer olduğu eklenmeli; bilinmeyen bir adanın olmamasının mümkün olmadığını söyleyen ve kitap boyunca ismi geçmeyen ana karakterin krala söyledikleri gerçekten çarpıcı.
(…) Bu adayı kimden duydun, diye sormuş kral ciddileşerek,
“Kimseden”
Öyleyse niye var diye tutturuyorsun,
Çok basit, bilinmeyen bir adanın olmaması imkânsız olduğu için.
İlerleyen sayfalar adama kapıyı açan temizlikçi kadının onun peşinden saraydan çıkması ile devam eder, Saramago’nun dilinin basitliği ve neredeyse kendine göre düzenlediği dil kuralları hoş bir tezat oluşturarak özellikle yazarı tanımayanlar için bir lütuf hâline gelir. Bilinmeyen Adanın Öyküsü bir arayıştır, kimilerince boşa kürek çekmek olarak değerlendirilebilecek bir arayış. Bu arayış başarılı olmuş mudur, kral haklı mıdır, haritalar ne kadar güvenilirdir; bütün bu soruların cevabını kadınla adamın gökyüzünün altında yaptıkları sohbette aramalıyız. Belki de sorunun cevabını sadece Ada biliyordur, kim bilir?