‘’Beyaz uzay satılık, hanımlar beyler!’’
Herkes, pazarcıya öylece baktı. Çünkü bir tek onun elinde satılabilecek hiçbir şey yoktu; diğerleri kitap, kıyafet ya da ıvır zıvırlarla doldurmuşlardı önlerini. Yine de hiç kimsenin dikkatini çekmedi bu satıcılar; beyaz uzayı satan adam kadar.
Başında bir balıkçı beresi, önüne koyduğu tezgâhta çakma saatler satan adam genç oğluna fısıldadı.
‘’Şu adama da bak sen, tüm müşterileri sömürdü, her neyse sattığı.’’
Oğlu duymadı, çünkü o bile o sırada babasından çok beyaz uzay her neyse onunla ilgileniyordu.
‘’Açık arttırma olacak gibi; şu millete bir bak, çil sürüsü gibi geçmişler herifin önüne.’’
Sonra bir daha tek kelime bile etmeden, yüzünü buruşturup oğlu gibi karşıdaki tezgâhın peşindeki insan sürüsünü izlemeye başladı.
‘’Değerli müşteriler; beyaz uzay ucuz olmayacaktır, ona göre! Bu öyle çakma saatlere, uyduruk kumaşlı kazaklara, sözde ölümsüzlük iksirlerine de benzemez.’’
Sonra satıcının yüzünde diğer pazarcıları sinir eden kurnaz bir gülümseme oluştu; siyah frak şapkasının ucunu elledi, önündeki halkı selamladı. Kuyruktan bağırışlar, hayran dolu mırıldanışlar yükseldi, herkes kendini göstermeye başladı bir anda. Çakma sihirbazlar, gölge göstericileri ve diğer tüm panayır görevlileri de işlerini bıraktılar. Sonra küçük bir kız koşarak satıcının yanına geldi:
‘’Beyaz uzay nerede bayım?’’
Satıcı küçük kızı hemen oradan uzaklaştırdı, tekrar yüzüne gülümsemesini yapıştırdı, parmağını üç kez şıklattı; çılgın kalabalıktan yükselen sesler bir anda kesildi. Bir tek ağlayan bir bebeğin, bir de uzayın siyah olduğunu büyük bir çabayla ebeveynlerine anlatmaya çalışan küçük kızın sesi duyuldu.
‘’Bundan daha önce, hey kendi işine bak saatçi, hiç kimseye beyaz uzay nasip olmadı hanımlar, beyler, çocuklar. Ancak biraz sonra beyaz uzay, en büyük rakamı verenin olacaktır! Tamam, sessizlik! Beyaz uzay nedir diye sorarsanız, herhalde elimde olacak değil ya. Size bir evreni satıyorum! Üstelik siyah da değil, hiç bilinmeyen, kutsal beyaz bir evren. Evet, kesinlikle, size apaçık bir evren satıyorum! Beyaz uzay açık arttırması başlıyor!’’
Daha o sırada panayırın girişinden girmiş, ellerinde balonlar, renkli şekerler olanlar bile o kadar paraları olmamalarına rağmen bir şekilde kalabalığa karışmayı başardılar.
‘’Bir saat sonra burada olun, açık arttırmamız başlayacaktır!’’ diye bağırdı, beyaz uzay satıcısı. Sonra kalabalığın bir kısmı sıradan ayrıldı; diğer kısmı ise hala beklemekteydi her nasıl oluyorsa. Satıcı elinin tersiyle alnını sildi, şapkasını düzeltti, sonra da panayırın arka tarafındaki odasına girmek için çadırın kapısını açtı. Odası minik, karanlık bir odaydı. Küçük bir aynanın bulunduğu ahşap bir masa, bir de ıvır zıvırlarla dolu küçük bir koli, en çok ilgi çekense fazla kalın ciltli kitapların dizildiği dev bir kitaplıktı. İçeride bir Sherlock Holmes olsaydı -tabii yoktu- beyaz uzayı satan adamın daha önce sihirbazlıkla ilgili çalışmalar yürüttüğünü kolayca tahmin edebilirdi, hatta sadece Dr. Watson kadar gözlem yeteneği olan panayır satıcıları bile bu kadar çıkarım yapmayı becerebilmişlerdi. Hatta o sırada satıcı tam da bu kitaplığın karşısına geçmiş, dikkatle kitapları süzüyordu. Sihirbazlıktan hiç kazancı olmadığı, kitapları süzerkenki ifadesinden belliydi; yine de her zaman sihirbazlığa minik bir ilgi duymuştu.
‘’Bay Noris, müsait misiniz?’’
Satıcı adam yüzünde soğuk bir gülümsemeyle kapıya döndü, yüzünde utangaç bir gülümseme olan genç bir kadın dikiliyordu. Sıkı bir korsenin eseri incecik bir beli, solgun bir yüzü, hastalıklı bakan gözleri, topuz yapılmış sarı saçları vardı.
‘’Sizinle, adını belirtmek istemeyen biri -sanırım satıcı olsa gerek- görüşmek istiyor.’’
‘’Odamdayken rahatsız edilmemek istediğimi biliyorsun değil mi tatlım?’’
Genç kızın zaten soluk renkli yüzü iyice kızarıp bozardı, rengi gitti. Mavi gözlerini kocaman açtı, ellerini kabarık elbisesinin önünde birleştirdi.
‘’Biliyorum Bay Noris, affedin, bu kadar ısrar etmese sizi rahatsız etmezdim, tabii.’’
Bay Noris kurnazca gülümsedi, bu sefer kız iyice kızarıp bozardı; Bay Noris de ısrar etmedi, kız da hemencecik çıkıp gitti. Yine de Bay Noris odasında istediği huzuru bulamadı, odasında iç karartıcı voltalar atmaya başladı. Beyaz Uzay’dan kim bilir ne kadar da para kazanacaktı, biraz sonra hayatının dönüm noktası olacaktı. Sonra voltaları kesip masanın başına geçti, siyah şapkasını yanına koyup önüne bir kâğıt çekti. Dakikalar sonra Beyaz Uzay’ı alacak müşterisi için bir tapu belgesi hazırlayacaktı; bundan sonra Beyaz Uzay’ın sadece müşteriye ait olduğuna dair. O sırada kendisi bunlarla uğraşırken panayıra katılan eli şekerli insanlar daha da arttı, satıcıların gür ve çatlak sesleri dört bir tarafta yankılandı. Yine de hiç kimse Beyaz Uzay satıcısı kadar rağbet görmedi; ölümsüzlük iksirini satan sahtekâr büyücü bile.
‘’Bay Noris?’’
Bay Noris kaba ve tehditkâr sesin geldiği odasının kapısına baktı, iri yarı bir adam dikilmişti, yüzünde alaycı ancak soğuk bir gülümseyiş vardı. ‘’Ne cüretle odama girersiniz?’’ diye karşılık verdi Bay Noris, sonra birkaç adım geriledi. Bu sefer kabadayı adam da birkaç adım ilerledi. Bay Noris’in masasını tuhaf bir bakışla süzdü, eliyle yeni hazırlanmış tapu belgesini yere fırlattı.
‘’Bay Noris, karşınızda biraz önceki tatlı hanım yerine beni bulduğunuz için üzgünüm, yine de konuşmamız gerek, anlıyorsunuzdur ya.’’
Bay Noris’in yüzünde tiksinti dolu bir ifade belirdi, uzun bir soluk verdi.
‘’Para mı, sorun bu mu, buysa veririm. Yeter ki defol git, ben meşgul bir adamım.’’
‘’Hayır, Bay Noris, öyle bir şey değil.’’ diye mırıldandı adam, sonra Bay Noris’e daha da yaklaştı. ‘’Beyaz Uzay’ı istiyorum; o şey her neyse.’’ Bay Noris’in çenesi gergince kasıldı, yüzündeki renk soluverdi.
‘’Ne güzel, on dakika sonra açık arttırmamız da başlayacaktı. ‘’
Bay Noris adamın yanından yürüyüp gitmeye yeltenirken kabadayı hiç de kibar olmayan bir biçimde Bay Noris’i kolundan tuttu.
‘’Ah, Bay Noris. Hemen şimdi size en yüksek fiyatı sunacağım,’’ Yüzünde Bay Noris’in gerilmesine sebep olacak bir gülümseyiş belirdi.
‘’Canınız.’’
Bu saniyeden sonra işler giderek değişti; çünkü Beyaz Uzay tam anlamıyla uydurmadan ibaretti, uzay siyah olurdu, yine de Bay Noris ne yapacağını bilemedi. Beyaz Uzay diye bir şey olmadığını söylese para kazanamazdı, Beyaz Uzay’ı bu adama verdiğini söyleyip tapu hazırlasa yine parasından olurdu. Yine de Bay Noris adamın kemerinde parlak bir çakı olduğunu görünce işine canının da eklendiğini fark etti. Hemen masanın karşısına geçti, tapu belgesini hazırladı, adama da imza attırdı.
‘’Oldu.’’
Adamın yüzünde pişkin bir sırıtış belirdi, tapu belgesini ışığa tutup şöyle bir inceledi, sonra da arkasını dönüp yürümeye koyuldu.
‘’Çok kibarsınız Bay Noris!’’Ardından da kaba bir kahkaha eşlik etti bu sözlere. Bay Noris odada tek başına kaldı bir süre, sonra da şapkasını başına taktı. Çadırdan çıktı, bekleyiş sırasında dondurmalar şekerlemeler almış çılgın kalabalık heyecanla bağrışmaya başladılar. Kalabalığın en arkalarında bekleyen solgun yüzlü yardımcı kızın bile yüzünün pembeleştiğini hissetti Bay Noris. Sonra yüzünde küçük bir tebessümle herkesi görebileceği kurulmuş sahneye çıktı, bir anda panayır hiç olmadığı kadar sessizleşti.
‘’Sevgili dostlarım, Beyaz Uzay satıldı.’’
Bay Noris afallamış kadın, erkek, çocuk yüzlerini seçebildi.
‘’Bu da ne demek?’’
‘’Pis yalancı!’’
‘’Ah, inanamıyorum…’’
Bay Noris kararla kafasını iki yana salladı,
‘’Hayır, hayır lütfen! Size başka bir şey vaat ediyorum dostlarım, ne olur dinleyin!’’
Yine nasıl oluyorsa bu pis hırsız, tekrar herkes tarafından dinlenmeye başladı.
‘’Üstelik bu çok daha müthiş bir şey! Gökyüzüne bakın dostlarım, güneşin, galaksilerin, trilyonlarca sayıda gezene ev sahipliği yapan siyah uzayı satıyorum. Eşinize, dostunuza, parmağınızla gösterebileceğiniz bir şey bu. Size yıldızları, gezegenleri, uyduları, sonsuzluğu armağan ediyorum!’’
Uzaklardan adamı dinleyen bir satıcı pişkin halde sırıtmaya başladı, o sırada kendisini dinlemeyen oğluna mırıldandı.
‘’Bu sefer yırtamaz.’’ deyip kaba bir kahkaha attı,’’ Şuna bak, kalabalık yuhalamaya başladı bile. Al işte, hepsi dağılıyor. Zavallıcık! Nasıl da kızardı yüzü, bak, gidiyor işte.’’
Adamın dediği gibi, dağılan kalabalığın çoğu ölümsüzlük satan ihtiyar büyücünün çadırına yöneldi, saniyeler sonra ortalıkta bir kişi bile kalmadı.
‘’Mantıksız…’’ diye mırıldandı oğul, çakma saatlerin camlarını elindeki bezle temizlerken. ‘’Saçma olan bu kadar insanın beyaz uzay diye bir şey olacağına inanıp bu kadar para teklif önermesi, dahası bu kadar aptal olan bir ton insanın görebildikleri bir şey satılınca almak istememeleri. Üstelik uzayı satın almanın aptalca bir fikir olduğunu düşündükleri için de değil, sadece beyaz uzayı satın almak istedikleri için siyah uzayı almadılar.’’
Babanın dudakları arasından alaycı bir kahkaha döküldü.
‘’Asıl saçma olan senin insan beyninin yarattığı hastalıklı fikirlere mantıklı bir kuram getirmeye çalışman.’’ dedi oğluna bakmadan.
‘’Onlar Beyaz Uzay’ı istemişlerdi, gerçek veya değil, aptalca veya değil. Ve bir insan isterse, aptalca ya da mantıklı olsa da…’’ Babanın yüzünde sırıtış meydana geldi.
‘’Gerçekten siyah uzayı alma şansları olsaydı da, almazlardı. Her neyse.’’
O sırada çadırın ilerisinden elindeki kâğıdı bir oraya bir buraya keyifle sallayan bir adam geçti; saatçi ve oğlunu görünce durdu, sırıtmaya başladı.
‘’Aptal Bert, buraya geliyor işte…’’diye mırıldandı, baba. Gerçekten de şişko adam geldi, elindeki kâğıdı havaya doğru salladı.
‘’O çakma saatlerini iki saat geriye alsan iyi olur dostum!’’ diye bağırdı, sonra çakma saatlerden birini aldı, anlıyormuş gibi inceledi.
‘’Beyaz Uzay benim olduğuna göre zamanı değiştirebilirim, öyle değil mi? İstediğim her şeyi yaparım, çünkü o benim. Siz de bir ton çulsuz uymak zorundasınız.’’ Baba uzun bir soluk verdi havaya, sonra da elinde tapusu şişko adamın kahkahalar atarak gidişini gözleriyle takip etti.
‘’Bu da nasıl oluyor? Hani satılık değildi Beyaz Uzay!’’ diye fısıldadı oğul, hala yürümekte olan şişko adamın arkasından bakarken.
‘’Bir daha sakın ha!’’ diye bağırdı baba öfkeyle. ‘’Şu aptal şişko hiç bilinmeyen koca bir evrene hâkim oluyorsa… Her neyse.’’ Sonra ayağa kalkıp çakma saatlerin camlarını mendille ovalamaya başladı.
Yazan: Aysu Altaş