Üçüncü gün
17:10
Nasıl alkolik olunurmuş artık biliyorum. İçine sıkıştığım durumdan kaçamadıkça, alkol, acil çıkış kapısından feraha çıkartan geniş bir kapı. İnsan alkole sığınabilirmiş, anlıyorum. Kimse bana olmaz demesin. O ferah kapı gözümün önünde beliriveriyor.
Bir paket sigara ve iki bira aldım. Çamaşır makinesinin yanında içiyorum. Neyse ki durumun farkında olacak kadar aklım başımda. Yine de ablama yazıyorum: “Çıldıracağım!”
17:15
Ablamdan tek cümle cevap geliyor: “Aklım hep sende ya…” Merak etsin istiyorum o yüzden cevap vermiyorum. Verseydim şöyle derdim: “Merak etme. Biz kardeşimizi kaybettik, aklımızı kaçırmadık. Allah daha beteriyle sınamasın. Bu da geçer.” Alkolün başlangıç etkisi.
Babamla da konuşmayı düşünmüyorum. Anlamaz. Sinirlenir, boşuna günaha girerim.
Tatilden döndüğüm günün gecesinde, uykumun en derin saatinde, saat 03:00’te aradı babam. Evden nasıl fırlayıp geldim buraya hatırlamıyorum. Ama o günden bugüne geçen, geçmekte olan üçüncü günüm bugün. Ben iyi değilim kızım, diyor. Neyin var dedikçe tek cevabı bu. Uyuyamıyorum, diyor bir de. Her Allah’ın günü aynı şeyleri söylüyor, beni bırakmıyor. Ben onu bırakabilir miyim zaten? Bırakıp gitsem rahat olabilir miyim? Huzur içinde uyuyabilir miyim? Bari o iyi olsun, huzurlu olsun, ben sonra giderim. Ama bir şey var, bana karşı bir şey. Uyuyor, ağrısı yok, dışarı çıkıp dolaşıp geliyor ama ben gitmeye kalkınca “Ben iyi değilim kızım.” diyor. Tatile gittim diye, biraz kafamı dinledim diye intikam alıyor, başka sebebi yok. Kardeşime de böyle yapardı. Ne zaman kendi kanatlarıyla uçmak istese, babam fenalaşır, hasta olurdu. Yanında tuttu rahmetliyi, kendi iş yerinde, kendi yörüngesinde.
18:31
Bulaşıkları fazla gürültülü yıkıyorum. Kaşıkları fırlatıyorum. Ses çıkartmak iyi geliyor. İçimdeki sıkışmış seslere böyle bir imkân tanıdım. Babam beni görmüyormuş, çıkardığım sesleri duymuyormuş gibi televizyona bakıyor. Altmış metrekare evde hızlı hızlı yürüyorum. Öyle ki bedenimin hızı etrafta rüzgâr oluşturuyor. Rüzgârın da bir sesi var. Bugün babamla konuşmuyorum. O da benimle konuşmuyor zaten. Benimle bir ilgisi de yok, tek tasası kendisi.
21:00
Saatler geçmek bilmiyor sanki. Babam “Uyuyamıyorum.” diyor ve bir Xanax daha almaya kalkıyor. Saçmalama, diyorum. Ben yatınca alacak, biliyorum. Fazla konuşmama gerek yok o yüzden, iyi geceler, dedim sadece, odama çekildim erkenden.
Dördüncü gün
04:30
Uyandım. Baş ağrısı. Ev çok sıcak. Hem terliyim hem de boğazım kurumuş. Ağrı kesici, su. Babam horluyor. Xanax içilmiş, belli. Daha ne kadar böyle göçebe yaşayacağım. Sırtım, belim ağrıyor. Bu yatak beni sakat bırakacak. Youtube’dan video izledim biraz. Canan Karatay sağlıklı yaşamdan, zeytinden cevizden bahsediyordu. Yarından itibaren sağlıklı yaşamaya başlayacağım. Yeter ki sabah olsun artık. Baş ağrısını yapan iki bira olamaz. Babam rüyasında sayıklıyor. Bir şeyler için endişe ediyor, telaşlı telaşlı bir şeyler söylüyor. Birden dokuz yaşındaki yetim Ali oluyor. İçim titriyor. Sabah kalkınca onunla güzel güzel konuşacağım, beraber kahvaltı edeceğiz. Martılar çığlık çığlığa yemek peşindeler. Kedilerin sesi martılarla yarışıyor. Ekmek kavgası. Gün ağarmaya pek yakın demek ki. Panadol ağrıyı kesmeye yetmiyor. 7:30’a kadar kitap okudum. Sonra biraz uyumuşum.
10:00
Babam gürültü yapıyor uyanayım diye. Sonunda dayanamadı odama geldi. Amma uyudun, dedi. Başım hâlâ ağrıyor. Bir şey demedim, yine konuşasım yok. Ergenlik tribi gibi. İçim evden kaçıp gitmek istiyor. Ben de senin o Xanaxlarından alacağım bu gece, diye bağırasım var. Alkolle alacağım hem de.
Salona geldiğimde koltuğunda uyukluyordu. Çay suyunu koydum. Babamın uyuyan yüzüne baktım. Çevresi morarmış gözlerine, yılların yıprattığı ellerine. Boğazımda çöreklenen o yumruyu yutkundum. Böbrekleri ona ihanet etmiş. Birden yine bir öfke dalgası. Böbreklerine asıl o ihanet etti! Önce insüline bağımlı hâle geldi, sonra da diyalize. Gidişatı durdurabilirdi ama o yapılmaması gereken her şeyi inadına yaptı, böbreklerinin sonunu kendisi hazırladı. Aynı şeyi duyusu azalan kulakları için de yaptı. Aldığımız hiçbir kulaklığı takmadı, çünkü hepsine takacak bir kulpu vardı! Artık taksa da duymuyor. Duymadıkça hepimize hınçlanıyor. Babamın hayatta yaptığı bütün hataların ceremesini çocukları çekti zaten. Kahvaltı için uyandırırken sıçradı. İçimde yine bir sızı.
Telefonumu aldım, kanepeye uzandım. Ablamdan mesaj gelmiş. “Neden cevap yazmıyorsun, aklım sende.” Yazacak hâlim yok. Ne yazayım. Uyumuşum.
14:45
Babam kendine dürüm yaptırmış, yiyor. Kalk, sana da aldım, diyor. Soğan kokusuyla karışık bir koku odaya dolmuş. Karnım aç, koku bana hiç de kötü gelmiyor. Karşısına oturup lavaşın fazla kalın kısımlarını ayıklayarak yiyorum. Canan Karatay. Bugün o gün olabilir mi?
Ablama yazıyorum. Merak etme, her şey yolunda. Babam yaşıyor, ben de henüz ölmedim. Sanırım bu akşam evime gidebileceğim.
16:20
Babam koltuğunda horluyor. Televizyon her zamanki gibi açık. Uyandırıyorum. Kahve içelim mi? Hadi yap da içelim, diyor, sesinde bir coşku. Tamam, bu gece evimdeyim! İkinci yudumda diyorum ki, artık iyisin baba, bu akşam ben de evime gideyim. Şu kumandayı uzatsana bana, diyor, lafım havada asılı duruyor. Babam tek tek kanalları geziyor.
Televizyonun sesi bile aramızda büyüyen sessizliği yırtamıyor.
17:00
Montumu giydim, yanına geldim. Yüzüme bakmıyor, sanki yokmuşum gibi. Montum sırtımda, çantam yanımda karşısındaki kanepeye oturuyorum öylece. Bakalım ne kadar sürecek bu sessizlik. O git demeden gidemem. Çantamdan kitabımı çıkarttım, okumaya başladım. Ben gidiyorum demeyeceğim, onun söylemesi gerek.
Yalnızlık zor kızım, diyen sesi aramızdaki sessizliği kırıyor. Gidemeyeceğim! Yine gidemeyeceğim. Baba yalnız değilsin, diyorum. Seni her gün arıyorum, iki günde bir gelip yemeğini yapıyorum, her türlü işini hallediyorum. Babamın tüm laflarıma cevabı, sessizlik. Haydi bize gidelim, artık bizimle yaşa lafıma alaycı gülüyor. Yapamayacağım, sinirlerime hâkim olamayacağım. Babamın beni manipüle etmesine bir lafı yetiyor işte. O bizimle yaşamak istemiyor, düzenini bozmak istemiyor ama ben önemli değilim. Ben onunla göçebe gibi yaşayabilirim. Sen hep bunu yapıyorsun işte! Oğluna da böyle yaptın! Bencil adamın tekisin! Bu laflar ve belki daha da beterleri birden ağzımdan çıkıveriyor. Montumu hırsla çıkartıp halının ortasına fırlatıyorum. İçimdeki öfkeyle ne yapacağımı bilemez hâlde odadan çıkıyorum. Balkonda soğuk havada derin derin nefes alıp sakinleşmeye çalışıyorum. Artık babam “Haydi kızım, evine git.” dese de gidemeyecektim.
17:45
İnsan nasıl alkolik olurmuş anladım. Bunu tekrar edip duruyorum. Babama çaktırmadan dışarı sıvışıp iki bira aldım ve odama kapandım. Yaptığı hataları geri alacak durumda olmayan seksen beş yaşındaki bir adama neler demiştim. Yazıp duruyorum, içimdeki sıkışmışlık duygusundan yazıyla kurtulacağımı ümit ediyorum.
18:00
Babam odanın kapısını çalar çalmaz beklemeden içeri giriyor. Boş bira şişesi ile yanındaki yarımı saklamaya fırsat bulamıyorum. Onun da ilk gördüğü şeyler onlar. Bir şey diyecekmiş gibi ağzını açıyor ama bir şey diyemiyor. Bu gördüğüne hazır değildi sanırım. Gelsene baba, gel otur. Kuzu kuzu oturuyor. İkimiz de kuzu gibiyiz şimdi.
İlk konuşan babam oluyor. Ben tatildeyken şeker komasına girmiş, yedek anahtar verdiği komşusu onu tesadüfen bulmuş, yoksa ölüp gidecekmiş. Ölmekten değil de, en çok cesedimin çürümesinden korkuyorum, diyor ve susuyor.
“Sen yalnız ölmeyeceksin baba. Böyle şeyler düşünme, lütfen. Acıktın mı, bir çorba içelim mi?”
21:00
Babam depresyonda. Böyle giderse ben de yoldayım. Ya haplarla mutlu olacağız ya da ben tercihen alkolik. O kadar kolay değil, diyor içimdeki ses. O kadar kolay değil alkolik olmak. Ablamdan bir mesaj: “Biletimi aldım, yarın oradayım.” O zaman yarın iyi bir gün. Bir çözüm bulunacak her şeye. Şimdi uykum gelsin, gün ağarana dek deliksiz uyuyayım yeter.
Sayı: 65