Bahar mevsimi, bir cuma günü, ikindi vaktiydi yine. Haftanın tartışmasız en güzel saatiydi. İstiklal Marşı’nı söylemiş, hafta sonu tatiline girmiştik. Bütün çocuklar tatilin başlaması heyecanıyla girdikleri sıradan çil yavrusu gibi dağılmışlar, kimi doğru evinin yolunu tutmuş kimi biraz haytalık yapmaya yelken açmıştı. Gönül oyunu oynamaya meyilli kızlar yavaş adımlarla yol alıyor, kendilerine takılacak delikanlıları bekliyorlardı. Hava soğuk değildi. Ben okulun arka bahçe duvarını aşarak gelip gidiyordum. Doğru eve yollananlardandım.
Bir haftayı daha devirmiş, kravatı rambo gibi başıma bant yapmıştım yine. Severdim eve öyle dönmeyi. Okula giderken sıradan bir asker, okuldan dönerken bir kahraman olarak dönüyordum. Bizim mahallede oturan çocuklarla önlü arkalı ilerliyorduk. Arka bahçeyi kullanan bizim mahalle çocuklarını tanırdım. Bazılarıyla bahçe duvarına kadar kısa kısa konuşur, duvardan atlayınca vedalaşırdık. Herkes evine en yakın noktadan, yüksek sayılamayacak duvardan atlardı. Okulun kapısını kullanmak yolu epey uzatıyordu. Bu yüzden bu kestirmeyi tercih ediyorduk.
O günü de o günlerden biri sanıyordum. Fakat günü farklı yapan şey, her zamanki bahçe duvarı kadrosuna bayrak töreni sonrasında iki çocuğun daha katılmasıydı. Sıralar bozulduktan sonra bu iki çocuğu fark ettim. Bizim mahalleye doğru beraber yürüyorlar, aralarında konuşuyorlardı. Bu ikisi ya arkadaştılar ya da yeni yeni arkadaş oluyorlardı. Beraber bir şey yapacakları kesindi. Yanımdan geçip okulun arka bahçesinde öğretmenlerin göremeyeceği bir yerde durdular. Aramızdaki mesafe birkaç metreye kadar inmişti. Konuşmalarına tanıklık ediyordum artık. Meğer bunlar birbirlerini tehdit ediyorlar, birbirlerine “Şimdi göreceğiz kimin ne olduğunu!” deyip duruyorlardı. Biri daha uzun ve atletikti; daha gergin ve bilenmiş gibi duruyordu. Öteki daha tıknazdı ve kilolu olmamasına karşın hantal görünümlüydü; öbüründen daha sakince duruyordu. Yalnız bu belki öbüründen iki üç yaş daha büyük gösteriyordu. Derken durdukları noktada ceketlerini çıkardılar. Ben dahil arka bahçe duvarı kadrosu, adımlarını iyiden iyiye yavaşlattı. Meydan dövüşüne odaklandık. Hantal olan, ceketini itinayla çıkarıyor, cebinden çıkardığı boru şeklinde kırmızı bir plastik nesneyi özenle dövüşten zarar almaması için ceketinin üstüne koyuyordu. Bu nesne iş ve teknik dersi için mi gerekliydi yoksa çocuğun özel merakıyla mı ilgiliydi anlaşılması güçtü. Öteki atletik yapılı, bu nesnenin korunmasını saygıyla karşılıyor, hasmının hazırlanmasını bekliyordu. Ceketler, seçilen alanın kenarına yerleştirilmiş, dövüş için hazırlıklar tamamlanmıştı artık. Bu ikisi kavgaya başladılar nihayet. Atletik olanın, öbürünü benzeteceğine inancım tamdı. Ama fazlaca sert bir dövüş olmayacaktı bu. Çünkü hantal olan pes edecek, dövüş kısa sürede bitecekti.
İlk hamleler kendilerinden beklendiği gibi oldu. Atletik olan ötekine saldırdı. Hantal olan, ilkin savunmada kaldı. Tabii bu sırada birkaç darbe aldı. Darbe almasına aldırış etmeden dövüşü sürdürüyordu. Ta ki burnundan gelen kanı fark edene kadar. Daha sinirli ve atletik olan, ötekinin burnunu kanatmıştı. Sanki istediğini almış gibiydi. Kan kuşkusuz bir skor göstergesiydi. Bu dövüşü, onun kazandığını göstermesi bakımından yeter bir kanıttı. Dövüşün temposunu giderek düşürerek bitmesini bekler gibiydi. Aralarındaki mesele için bu kadarının yeteceğini, daha ileriye gitmenin adil olmayacağını söylüyordu tavırları. Ayakta başlayan dövüş, artık yerde bir çeşit güreşme şekline girmişti. Ama burnu kanayan çocuk, dövüşün bitmesini istemiyordu. Atletik çocuğun yüzüne çalışıyor ve artık ötekinden hem daha çok konuşuyor hem de daha çok hiddetleniyordu. İntikam için hırslanmıştı. Sonunda, yerdeki mücadelede, o da ötekinin dudağını patlatmayı başarmıştı. Şimdi ikisi de kanlarını siliyorlardı. Dövüş daha fazla devam etmedi. İkisi de yorulmuş ve beraberliğe razı olmuşlardı. Ceketlerini giydiler.
Dövüş bittikten sonra da hantal olan daha fazla konuşuyordu. Önem verdikleri özel eşyaları ve kitaplarını topladılar. Hantal, kırmızı boru şeklindeki zımbırtıyı yavaşça ceketinin iç cebine yerleştirdi. Bahçe duvarından atlamadılar. Geldikleri yoldan bu sefer ayrı ayrı geri döndüler. Hantal olan hâlâ bir şeyler mırıldanıp duruyordu. Seyirciler dövüşün berabere bittiğinde hemfikirdiler. Bana sorarsanız kanı akıp hırsla saldıran çocuk son darbeyi vurarak favoriyi durdurmuş, sürpriz bir şekilde bu dövüşün skorunu berabere yapmıştı. Bir an durup düşündüm. Epeydir kimseyle dövüşmemiştim. Ben de dövüşmek istiyordum. Sonra dövüşün net bir galip çıkaramaması biraz soğuttu beni isteğimden. Gollü beraberlikle biten bir futbol maçı izlemiştim sanki. Hem sonra işin ucunda hezimete uğramak da vardı. Bir dövüş tecrübesi daha edinememiştim ama kanlı canlı bir dövüşü izleme tecrübesini kısa günün kârı bilip başımdaki kravatı sıkarak eve doğru yollandım.
Sayı: 68