Karanlık.
Bir ışık görüyorum ufuk çizgisinde. Gözlerim kamaşıyor, aklım bulanıklaşıyor. Biliyorum arkamda hâlâ yıldızların var olduğunu. Bakmadan görebiliyorum karanlığı ve Ay’ı. Biliyorum, arkamda bir yeşil bir dünya hâkim. Ağaçlar yemyeşil ve kuşlar ötüyor. Dağlar bir o kadar yüksek ama durgun. Bulutlar kaplamış her yanı. Fakat gözlerim, önümde bulunan hırçın dalgalara bakmakta. Kulaklarım kuşların sesini değil de, dalgaların hırçın melodisini hayranlıkla dinlemekte. Sanırım bir uçurumun kenarındayım. Ufuk çizgisinden yükselmekte güneş ve yüzüme vurmakta. Gittikçe yükseliyor güneş. Yüzüme bir sıcaklık vuruyor. Gözlerim kamaşıyor ve acıyor. Gözlerimi acıtan güzelliğine baktıkça bakıyor ve içine hapsoluyorum. Biliyorum, arkamda başka bir dünyanın var olduğunu. Dönmeli miyim maviden, yeşile? Sırtımı çevirmeli miyim güneşe? Yoksa atlamalı mıyım bu denize? Ya da ağaçları, kuşları mı seçmeliyim?
Aydınlık.
Yavaşça döndüm arkama. Rüzgâr esti yüzüme ve saçlarım savruldu denize. Güneş henüz aydınlatmamış bu koca ormanı ve karanlık. Bir soğukluk çarptı yüzüme. Biliyorum, arkamda masmavi bir dünya hâkim. Deniz bir o kadar hırçın ve dalgaların boyu yüksek. Kulaklarım dalgaların sesini değil de, kuşların ötüşlerini hayranlıkla dinlemekte. Sanki bir uçurumun kenarındayım. Karanlık gece gittikçe yerini aydınlığa bırakmakta. Gözlerim dağlara baktıkça bakıyor ve içine hapsoluyorum. Biliyorum, arkamda başka bir dünyanın var olduğunu. Dönmeli miyim yeşilden maviye? Sırtımı çevirmeli miyim karanlığa? Yoksa gitmeli miyim ormanın derinliklerine? Ya da denizi mi seçmeliyim?
İnsan.
Aydınlığı ve karanlığı içinde taşıyan her ruhtan biriyim ben de. İki dünya arasında sıkışmış, ne yapacağını bilemeyen, ama bir dünya seçmek zorunda kalan insanlardan biriyim. Nereye gidersem aklım ötekinde kalır, pişman olur muyum düşüncesine kapılırım. Bu dünyada benim yerim nedir? Neredeyim? Neden buradayım? Neden ben diye sorup duruyorum kendi kendime. Hep bir cevap aramaktayım ve bir şeylerden anlam kazanmaktayım. Büyüdükçe öğreniyorum. Öğrendikçe uyguluyorum. Bazen duygularım beni kendisi yönlendiriyor. Düşünmeden hareket ediyorum. Sanırım hayatın döngüsü bu. Gözlerimle görüyorum iyiliği ve kötülüğü. Ama bazen insanın içinde olan iyiliği ve kötülüğü, işte, göremiyorsun. Yanılabiliyor insan. Bu nedenle diyorum; aydınlık ve karanlığı hep içinde taşır insan.
Karanlık olmazsa aydınlığı, aydınlık olmazsa karanlığı nasıl anlarız ki?
***
“Hey Sara! Uyan!”
Gözlerini açtığında, Sara’nın gördüğü ilk şey bembeyaz bir tavan olmuştu. Görüntüsü netleştiğinde, ellerini havaya kaldırıp gözlerinin önüne getirdi. Gördüğü robotik parmaklarını sürekli açıp kapattı. Ellerini metal plaka ile kaplanmış gövdesine yasladı. Nefes mi? Hayır, kalkıp inen bir gövdesi yoktu. Nefes almıyordu. Bedeni uzandığı yerden yavaşça kalktı ama daha fazla ilerleyemedi. Başının arkasına bağlanmış yüzlerce kablo buna engel olmuştu. Elini başının arkasına attığında kabloları tuttu ve çıkarmaya çalıştı. Elinin üzerinde, tıpkı kendi eline benzeyen bir el hissettiğinde başını çevirdi. Kendi bedeninden bir farkı olmayan bedene baktı. Robot arkadaşı, Sara’nın başına bağlanan kabloları çıkartırken konuştu:
“Ne hissediyorsun? Onları anlayabildin mi?”
Robot Sara, başını bembeyaz odanın içinde olan tek pencereye doğru çevirdi. Zihnine yüklenen görüntü ile gördüğü görüntü arasında oldukça büyük bir fark vardı.
Zaman çok ilerlemişti. Artık ne deniz, ne ağaç ne de kuşlar kalmıştı gökyüzünde. Havada uçan kuşlar, yerini dronlara, uçan arabalara bırakmıştı. Binalar artık bahsedilen dağlardan bile yüksekti bu evrende. Öyle ki, insan sayısı çok azdı. İnsanların yerini artık robotlar almıştı bu yeni dünyada. Dışarıdan bakıldığında insana benzeyen makineler üretilmişti. Sara da bu makinelerden biriydi. Mavi metalik parlayan gözleri, dışarıyı izlerken, pencerenin camından kendi yansımasına odaklandı. Arkadaşı kabloları çıkarmayı bitirdiğinde Sara ayağa kalktı ve pencereye doğru ilerledi.
“İnsanlar. Onlar çok karmaşık.”
“Neler öğrendin?”
“Ben… bilmiyorum. Sanırım onların düşündüğü gibi karmaşık düşünemiyorum.”
Robot arkadaşı yanına geldiğinde ikisi de ait oldukları dünyaya bakıyorlardı. Onları da insanlar yaratmıştı ama içlerine insani duygular yüklenmemişti. Sara ve arkadaşı da insanların duygularını merak ediyordu. İnsan olmayı merak ediyordu. Nedir insan?
Sara belleğine yüklenen anıyı hafızasında tekrar ve tekrar canlandırdı.
Bir seçim yapıyordu sanki insan. Kendisine bir yol belirlemek istiyordu. Yeşili mi yoksa maviyi mi seçecekti? İnsan kendi yolunu kendisi çiziyor, diye düşünüyordu. Bütün dünya zıtlıklar üzerine kurulmuştu oysaki. Peki insanın zıttı neydi?
Sara sadece bunun cevabını biliyordu.
Bizdik.
İnsanların seçtiği yollar kendi duygularından geçiyor, kalpleri neye inanıyorsa ve nasıl hissediyorsa ona göre yaşıyordu. Ama Sara, öyle değildi. Sara binbir farklı yolu analiz ederek kendisine uygun olan, sonucunu bildiği yolu seçiyordu. İnsanlar ise sonunu bilmeden, kendi duygu ve düşüncelerine göre neyi hissediyorsa onu seçiyordu.
Duygusuzluk da bir duygu mudur? Görmek ve bilmek, hissetmekle aynı şey midir?
Bazen yanlış hissetmek bile, hiçbir şey hissetmemekten daha iyidir.