Bir minik su damlası vuruyor güneşin doğmaya mecali olmadığı pencereme.
İki
Üç.
Yağmurun sesi kulaklarımda, hissini hiç sorma.
Zaman çirkin küçük,
yağmur temizlemeye yetmiyor artık sokaklarını bu kentin.
Zaman çirkin, yerler kan revan. İnsanı insanını sevmiyor bu kentin.
Gidenlerin acısına gelenlerin tuzu yaramıyor.
Yara bandı nesli tükeniyor.
Gelenler hep aratıyor gidenleri.
Daha kötü olmaz diyorsun.
Daha kötü ne olabilir?
Acımaz diyorsun.
Daha fazla nasıl acıyabilir?
Yaranın bir fazlası ölüm.
Bir ceset nasıl nefes alabilir?
Oluyor küçük. Daha kötü, daha acı.
Daha fazla götürüyor kan gövdeyi, bedeni, yüreği.
Kalan sağları dahi bizim değil, neresinden tutarsın bu şehri?
Kalabalığın içinde bomboş ellerim.
Kendine yabancı, kendine muhalif bedenim.
‘Yalnızlığın sesinden bir resim yapan’ şaire düştü fikrim.
Karanlık kalabalıklardan süzemiyorum ışığı.
Resmim acemi bir sanat artığı.
Sabahın eli kulağında ki ne fayda. Işığa kayıtsız gözlerim.
Hangi umuda bu yolculuk? Hangi elmanın cezası boynumda?
Sağıra şiir okuyor, köre dans ediyorum.
Vedaya hazır umudum inceliğimi örtüyor, seçilmiş yalnızlık donuk bakışlarımda.
Ve ben yine, en zayıf yerimden vuruluyorum.
Zaman acımasız küçük.
Bir hasret ki sorma eskiye, yeniye gücümüz yetmiyor.
Yıllar geçtikçe, yerimizde sayar olduk.
Adımlarımız baş aşağı.
‘O kadar çok şey geçti ki gözlerimizin önünden, sonunda hiçbir şey göremez olduk.’
Kalabalığın verdiği yetkiye dayanarak, azınlığa cellat, geleceğe acımaz olduk.
Adımlarımız şiddet.
Özgürlüğü kafese, başımıza da ayaktan taç koyduk.
Şarkılarımızdan ‘mesele’yi, şiirlerimizden isyanı çıkardığımız o gün
Yandık,
Bittik,
Kül olduk.
Sokağın ortasında çıplak ayaklarım.
Kendine soğuk, kendine hasret baharlarım.
Bir şarkının melodisine düştü yolum.
Karanlık kalabalıklardan göremiyorum önümü.
Sesimde akordu bozuk enstrümanın ölümü.
Tuzun eli kulağında, ki ne fayda. Yaramda şimdi bir asır acı gömülü.
Hangi sona bu acele? Hangi açlık tetikliyor arzunu, hızla varmak için ecele?
Ölmüşün ruhunu arıyor, aşkı bilmeyenle meşk ediyorum.
Dilimin ucuna gelmiş küfrüm inceliğimi örtüyor, kapıyı çarpanın rüzgârı vuruyor tenime.
Ve ben yine, en canlı yerimden ölüyorum.
Zamanı boş ver küçük.
Soruların cevaplarını bilmen yeter mi sandın sınavı geçmeye?
Bir umutsuzluk ki sorma, gökyüzüne bakışlarımız gitmiyor.
Adımlarımız yerin dibine.
Her şeyi geç, yeter mi ömrümüz söndürmeye yarattığımız kötüyü?
Demiş ya şair, oku geç.
“Büyüklerin bunca uzun yaşadığı bir ülkede
Bir onur dersi midir çocukların ölümü?”