Ben Leyla.
Bugün aklımın koridorlarında dolanıyorum. Öfkeli, kırgın, sinirli, çaresiz ama yine de umutlu…
En heyecanlı kavuşmalarda, en ağlamalı ayrılıklarda şehirden şehre değil de hayalden öteye gittiğim otogar sohbetlerini düşünüyorum. Yeraltından gökyüzüne tek nefeste çıktığım mutluluklarıma gülümsüyorum. Söyleyemediğim, unuttuğum cümlelerimin çaresizliğimle birleşip hayalimde canlanmasını hissediyorum.
Karşımdan hızlı hızlı geliyor, onun gölgesini görüyorum. Yüzü beliriyor, gülümsüyor. Önce kalbim sarsılıyor, sonra yer ayağımın altından kayıyor. Biliyorum, bu aşktan, sevgiden, nefretten değil; bu bir deprem, çöküntü…
Sayın yalnızlık, diyorum gülerek. Ağzımdan yalnızlık çıkıyor, kalbimden dolu dolu “Çakal”.
Sayın Çakal! Sayın yalnızlığın boynu bükük, bakışlarının manası derin… O an, bir zamanlar mutluluktan tozu dumana katan biz, bu çöküntüde tozu dumanı yuttuk. Sanki hayatın tüm geçiciliğinin yanında en kalıcı bizdik. Birbirimize mecburduk.
Sayın yalnızlık susuyordu. Yananlara, yalanlara, yaşadığım güzelliklere, kötülüklere ama en çok yaşayamayacaklarımıza öfkeleniyordu çaresizliğim.
‘Ne çok anı birikmiş anlardan’ dedi.
O konuştukça kulağımda sesler, sözler şarkılara dönüştü. Leyla yine aynı Leyla. Çöküntünün altında şarkımızı mırıldandım ’geçmişi, geleceği, güneş sistemini’. Sonra yine bir sarsıntı, önce bir sükûnet ardından koca bir delalet… Onu görmüyordum ama her nefesini hissediyordum.
‘Kafamda hep kaçıyorum kendimden ama burada böylece kaldım ne yapmalıyım?’ diyor.
‘Kalbinin sesini dinle sayın yalnızlık’ diyorum. Yine susuyor. Eskiden, bizi laflarıyla enkaza hapseden, şimdi sessizliğiyle boğan çakal, sayın yalnızlık…
‘Kalbimin yükü ağır belki bu yüzden olmuyor’ diyor. Kocaman bir kahkaha patlatıyorum. Bu kahkaha, aslında büyük bir ağlamanın habercisi. Ama diyerek yutkunuyorum.
‘Ama… Sayın yalnızlık senin bu yaşadığın bencillik sıtması.’
Kızarak ‘Ne bencili?’ diyor
‘Bencil olmak için ben olmak lazım. Ben, beni göremiyorum…‘
‘Evet!’ sen dağınık cümlelerimin artık olmayan en virane öznesi, duvarlar ayaklarımda, o toz parçaları ağzımda değil de sanki o büyük çöküntü hislerimdeydi.
‘Beklentiler, hayaller, hayal kırıklıkları, şimdi bizimle bu çöküntüde’ diyor.
’Bana bunu nasıl yaptım ben‘ diyerek kendimi suçluyorum. Kaçarak kurtulacağıma inandığım, kaçmaya çalıştıkça daha çok yaklaştığım çöküntüde en acı olan şeyi fark ediyorum, bitmişlik…
‘Burada kalacak mısın?’
‘Evet, bu enkaz benim karanlığım; kalacağım, sen git ‘.
Ruhuma güneşi doğduran, üşüyen kalbimi çarpıntısıyla terleten, ilmik ilmik ezberlediğim, sayın yalnızlık yine her şeyi hiçbir şeye dönüştürüyordu, gelmiyordu.
Kocaman öksürdüm. Sonra sarsıntılarla ayaklarıma düşen yığınları kaldırdım. ’Duygularımın penceresinden atmam gereken ne varsa atacağım’ dedim.
‘Leyla şimdi tüm şarkıları avazı çıktığı kadar söyler’ dedim, güldü.
‘Leyla git artık o şarkılar zamanla dualara sonra ahlara dönüşür. Leyla git artık sen kurtul bu çöküntüden’ dedi. Ağlamaya başladım.
‘Çiçekleri kuruttuğun o şiir kitabını al ve her sayfasında hissettiklerini, gözyaşlarını kurut, daha fazla ıslatma o kitabı gözyaşlarınla’ diye ekledi. Korkarak çaresizliğimle ardıma bile bakmadan çıktığım o çöküntüde kalbimi, duygularımı bırakarak çıktım. Evet, o gün o çöküntüden çıktım, çıkarıldım. Sayın yalnızlık gelmedi, gelemedi. Kalbimin yükü ağır dediği beni çıkmaya zorladığı o delalet çöküntüde sol yanına düşen duvarlar altında kaldığını ertesi gün hastanede öğrendim.
Onu, bir yarımı, orada bırakalı 17 yıl geçti. Varlığıyla yarattığı, yokluğuyla ardında bıraktığı büyük deprem ve sonrasında oluşan çöküntünün enkazında yaşayalı koca 17 yıl…
Leyla, şimdi Leyla değil. Ayşe, Zeynep, Fatma… Ama artık Leyla değil. O da artık sayın yalnızlık değil. Çünkü artık 4 köşeli bir masada değil 4 köşeli bir mermerde buluşuyoruz. Artık çiçekleri o değil ben alıyorum. Artık aramızda her gün çığlık çığlığa özür dilediğim kocaman bir sessizlik var. Artık her yıl 17 Ağustos gezegenlere sığmayan çaresizliğimizin miladı.
Sayın yalnızlık,
Şimdi, hoş çakal
Gözlerim kapalı bir şekilde gözlerimin dolmasını hissediyorum.
Avazım çıktığı kadar yine şarkımızı söylüyorum. Gidenlere, yitenlere, bitenlere, her baktığımızda akan zamana karşı beraber güldüğümüz o fotoğraftaki anlara, tüm çöküntülere hapsettiğimiz hayallere…
Yazan: Tutku Kaynarcı