Sonra diyorum ‘yaşamak’ çok beden fazla geliyor bize. Daha çokça seneler giyelim diye, hep büyük almayı öğrettiler her şeyi. Yanlıştı… Kaç beden büyük diktirdik ruhlarımızı kendimize, kendimizi yaşama? Bilmiyorum. İçine zor sığdığımız bu yaşamı, kendimize bol getirmekle yaptık hatayı. Terzi kollu zaman, dikerken bize kefenimizi daha doğmadan tutup da engel olamadık. Kayıtsız yaşamaktan çok, sürüklenmekti bizimkisi. Alabildiğine savruluyorduk. İnsanlara çarpıyorduk, evlere, çok uzaklara, bazen de kendimize. Belki en çok da kendimize…
Suyunu derinliklerine indiremeyen topraklara şahit oldum, gece yanan ışıklara, bir kuşun nefes alıp kocaman dünyayı içinde gezindirmesine şahit oldum bazen de; küçücük yüreğini soluyan bir kuşa. Boşluklara asılı şeylerde aradım bazen bir yorgun düşüncenin ince ağrısını. Sonra kendi içime döndüm baktım, yorgun ruhumun dalgalı denizlerinde ağı tutmamış bir balıkçıya dönüştü her şey. Her şey ‘hiçbir şeymiş’ oysa. Yaşadık da neresine uğradık kimsesiz kentlerin? Hangi yorgunluğu kaldırdık solgun yüzlerdeki ya da kimin yorgun yüzünü? Sormadım sonra hiçbir şey, yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm alabildiğince karanlıklara, karanlıklardan sonsuzluğa, oradan maviye çıktı tüm yollar, okyanuslara ve en son durak da ruh istasyonumdu. Durdum kendi üzerimde kendi kendime, indirdim tüm çok bilinmeyenli nesneleri. Sonra almadan ‘hiç’ olan her şeyleri tekrar kalktım ruhumdan adını bilmediğim istikamet renkli yönlere; Paslı bir trenin derdinden anlamayan otobüsler gibiydi sanki bozkırlar o an. Acısını kanatlarına saklamış rüzgârgülleri gibi döndüm sonsuzluğunda dünyanın. Uçan kuşlara selam gönderdim, dumanlar saldım ruhumdan çokça ümidi olan bir şeylere, belki gökyüzüne… Kimsesiz, çocukluğunu yaşamamış bir ruhtan yolculukla, olmayan yolların üzerinde nereye varacağının anlamını bilmeyen anlamsızdım bu dünyada. Ben, ruhum kayıp yolculuklar istasyonunun baş lokomotifi… Ben… Bir şeylerin ne başında ne de sonunda olan…
Yazan: Hatice Arslan