Küçük badem gözlerinin bal sarısı, bir parça hüzün bir parça tedirginliğe teslim oldu vedalaşırken. Yediye anca ulaşmış yaşının iki katı kadar vedaya maruz kalmıştı.
“Sevgi Teyze diş perisi badem şekeri bırakmıştı ya onları sen ye ama sakın şişko Hamdi’ye verme!”
Elleri tanımadığı elleri tutuyor, gözleri bir arkaya bir öne sabitleniyordu. Arabanın önüne varınca son bir süzdü gri eski binayı. Küçük bir kırmızı arabası vardı Hamdi’nin. Arabaları sevmezdi o yüzden. Zaten Hamdi’yi de sevmezdi. Saçlarını az avuçlayıp az tokat savurmamıştı körpe yüzüne… Tıpkı ona benzer kırmızı arabaya binince bir gülücük attı.
“Çok güzel bir oda yaptık senin için. Bir sürü oyuncak aldık.”
Küçük ellerini yanağına kondurup cam köşesine kaydı. Minik bir serçe… Soğuktan donmuş ayakları dala yapışmış kalmış, acılı acılı ötüyor ve yalnız… Kanatlarını çırpıştırıyor ama nafile. O serçeden bir farkı yoktu. Korkuyordu minik kalbi. Deli deli atarak…
“Teşekkürler.”
Dışarıya hayran gözlerle bakarken araba durdu. Hiç bilmediği, hiç görmediği bir semtin tam ortasında…
“Yeni evine hoş geldin küçüğüm. Artık hep birlikte burada yaşayacağız. Sen, ben, Akif Ağabey’in ve Elif.”
Bu kız yan ranzada kalan Elif’e benziyor olabilirdi belki.
“Belki diş perisi geceleri onun da yatağına su döküyordur”
Küçük küçük adımlarla evi geziyor, gördüğü tabloların önünde dikilip bal gözleriyle seyre dalıyordu. Beyaz bir kapının önünde durakladılar. Dudağına bir sus işareti yaptı, kısık bir sesle ekledi:
“Burası Elif’in odası…”
İçeri daldılar. Şaşkın şaşkın yatağın kenarında oturan sandalyeye oturdu. Elif’in içindeki tedirginlik duygusu yerini güvene bıraktı. Aynı oyuncak bebeği gibi… Saçları yok, teni bembeyaz.
“Sabahları uyuyor mu hep?”
“Evet. Bu saatlerde dinlenmesi gerek. Uyandığı zaman sizi tanıştıracağım.”
“Peki, neden ağzı kapalı? Çok mu konuştu? Cezası ne zaman biter?”
Derin bir iç çekti genç kadın. Aynı zamanda mutlu bir gülümse ilişti suratına.
“Yok, bu ceza değil. Hasta ya ondan…”
Bu tanıdığı Elif’e hiç benzemiyordu. Bu tanıdığı kimseye benzemiyordu. Minik kalbine kazıdı o anı. Yastığa başını koydu. Bu bilmediği bir tavan, bilmediği bir yastık… Tek tanıdık eski uyku arkadaşı büyük ayı Po.
“On koyun, on bir koyun, on yedi koyun…”
Gün sabaha öyle böyle kavuştu. Ocak ayının son çıkışında karlar kenti esir aldı. Genç kadın yeni yavrusunu uyandırmaya geldi, salondaki koca renkli çam ağacının altındaki hediyelerin verdiği neşeyle.
“Ayşe neredesin? Ayşe?”
Koşar adım çıktı odadan. Odalarda dolandı hızlı hızlı, Minik Ayşe’nin bedeninin sığacağı köşe bucak ne varsa dağıttı. Gözleri dolu dolu, elleri başını dövüyor… Odaya tekrar vardı. Büyük Po ayıyı gördü yerde. Onu takip eden gözleri, yatağın altında yatan Ayşe’yi buldu.
“Ayşe kalk! Ayşe, ah yavrum! Beni çok korkuttun. Neden burada yattın sen?”
“Öz… Özür dilerim. Ben hep alt ranzada yatıyorum. Yine aynı yerime geçtim.”
Gözyaşları bütün omzunu ıslatacak kadar kucakladı küçük kızı, içinde çıkan derin yangınları söndürerek… Kahvaltıyı büyük çam ağacının gölgesinde, karın camdan beliren beyaz tanecikleri eşliğinde yaptılar. İçeriden büyük bir ses kopana kadar:
“Anne!”
Elif’te uzun uykusuna ara vermiş olmanın, gözünü açar açmaz yalnız olmanın ürkekliği…
“Canım, günaydın. Sana bahsettiğimiz yeni kardeşin geldi. Dünden beri seninle tanışmayı bekliyor.”
Oyuncak bebeğine benzeyen güzel Elif karşısındaydı. Yüzünde uzun zamandır olmayan tatlı bir gülümseme, bir oyun arkadaşı bulmanın neşesi…
“Git odamdan, benim kardeşim yok. Çirkin şey!”
Koşar adımlarla odasına vardı. Ayısına sarıldı. Küçük badem gözleri buğulu buğulu oldu. Elleriyle kapattı yüzünü, bir suç işlemişçesine. Bir sesle irkildi yerinden:
“Ayşe’m çık lütfen oradan. Özür dilerim. Biraz hasta demiştim ya. İyileşince alışacak sana. Bak Noel Baba sana hediye bırakmış, gel onlara bakalım.”
Sözleri ikiletmezdi Ayşe. Ceza almaktan korkardı çünkü. Bir cezaları sevmezdi, bir kırmızı arabaları, bir de Hamdi’yi… Hediye paketinden çıkan pembe simli peri kanatları, sabah yaşanmış her şeyin üstünü kapatmaya yetti. Onları sırtına geçirip yatakta zıplayınca büyülendi. Küçük serçe gibi değildi o. Rahatça havalanıyor, yere tekrar iniyor, sonra tekrar göğe uçuyordu. Şimdiye kadar hiç yaşamadığı bir şeydi. Bu özgürlüktü… Son atlayışta yattı yatağına. Sevgi Teyzenin her akşam söylediği masal vurdu aklının kıyılarına:
“Annen göklerden seni izliyor. Onu özlediğinde oraya bak. Bir şeyi çok istersen, ondan iste.”
Camın yanına koştu. Uzun uzun süzdü gökyüzünü:
“Bana biraz sağlık lazım. Hemen yollar mısın anne? O zaman kardeşim sever beni. O zaman ağlamam hiç.”
Bakmak yetmedi. Pembe simli kanatlarıyla uçuverdi annesine… Kendini çok hafif hissediyordu. Uçtu, uçtu, uçtu…