‘Sen de hep olsun diyorsun be Nihal Abla.’ dedi iri gözlerini oyasından kaldırıp anneme bakışlarını dikerken Sultan Abla. ‘Niye olsun ki, niye? Benim ömrümden bana uğramadan geçerken yıllar, niye olsun diyeyim? Olmasın. Olmasın’ dedi elindeki tığı minderin üzerine bırakıp. Annemse henüz 32’sinde kendinden çoktan geçmiş, ona sunulanı öpüp başına koymuşluğun çaresizliğinde danteline bir dolgu daha koyuyordu. Otuz ikisini bir arada tutamadığı dişlerini telafi ediyordu belki de. Ne dolduruyordu kartopu beyazı ipine acaba? Danteli ayrı, dili ayrı konuşuyordu ama o bilmiyordu.
Başını bahçenin çitine dayayıp eliyle de destekledi Sultan Abla. İki parmağının arasında sigara da olsa ne yakışırdı bu ana. Örtüsünü çıkardı, gelin olduğunda taktıkları baklava dilimli küpeleri sallanıyordu omzuna doğru. İşte o gün ayağının altındaki iskemleye vurmuştu babası. Gerdek gecesi gelin odasına gönderilen baklava, yılan olup sokmuştu süt beyaz bedenini. Yavaş yavaş ekşimiş, bozulmuştu süt. Kollarına süt kokulu bir çift verildiğinde de lanetleri göğü kaplamıştı Sultan Ablanın.
Sözleri duyulmuyor, harfleri boğuluyordu iki göz odalarında. Kurtulmayı hayal ettiği baba evinden başka bir odaya transferdi onunki. O köşede, elinde kumanda ve önünde iki biradan başka bir şey bulundurmayan bir hayaletin karısıydı o. Haftada birkaç kez memnun etmek zorunda hissettiği ve her defasında iğrendiği o bedenin altında canı boğazına geliyordu. Şimdi bu tecavüz değil de ne idi ki? Ama karı-koca idi onlar anneme göre. Adam ne yapsındı yani. Dövmüyordu, sövmüyordu. Birasını içip sızıyor, arada da senden ‘kadınlık’ yapmanı beklemesin miydi yani?
Annemin kendini nasıl bir kuyuya attığını o zaman fark etmiştim aslında. Belki aynı duyguları çalkantısıyla yaşıyordu yıllardır ama bir ‘olsun’ a büründürmüştü bütün ayıp kelimelerini. Oysa Sultan Abla gözü karaydı. ‘Senin yüzünden mutsuzum’ diyebiliyordu babasına. Evli olmasına aldırış etmeden yiyeceği dayağı göze alıyor ve bütün lanetini kusabiliyordu. İpleri başkalarının elinde hayatını sevmiyor, “Can’ım” dediği yavrusuna yaşadığının tam da aksini sunabilecek çarelerin arayışından geri durmuyordu gözleri. Ondaki bu deli cesaretini çok seviyordum; bu mücadeleci hâlini… Keşke annem de kendi için küçük de olsa bir şeyler yapabilmeyi kalbinden geçirebilseydi. ‘Olsun’ demeseydi mesela artık. Hiç değilse sırf kendi canı istediği için gözleme yapabilseydi. Ya da balkona çıkabilseydi gecenin bir vakti, sırf o istediği için. Çocuklarını elinden tutup alışverişe gidebilseydi, kapıyı çekip; geride kalanları düşünmeden… Sadece bir günlüğüne ‘olsun’ diyebilseydi. Ama diyemezdi, demezdi.
Belki de kendi çaresizliğini fark ediyordu Sultan Ablanın hikâyesinde. Ama o hala debelenirken, Sultan Abla haykırıyor, çıkış yolları arıyordu. Şikâyet ediyordu, lanet ediyordu, sebep olanların kalpleri kurusun diye beddualar ediyordu. Babasına bile. Hatta babası olduğu için daha da çok lanet yağdırıyordu. Oysa annem çok severdi babasını. Ona verdiği sözü tutmamasına, beline uzanan beliklerini istemediği adamın eline tutuşturmasına rağmen. İşte bu saplantılı sevgi ‘olsun’ dedirtmişti ona. Her şeye, herkese, ona yapılanlara ve yapılacaklara, kuramadığı, aklına getirmediği hayallerine rağmen ‘olsun’du.
O gün, o bahçeye sırtımızı hiç dayamadığı kadar dayadı Sultan Abla. Annemi gördü, belki bir on yıl sonrasına gitti. Sevmedi yansımasını. Eline alıp oyasını, zincirini yaktı çakmağıyla. Yeniden başladı beyaz kanatlarını yapmaya. Sonra yeşil yaprağı ekledi. Tıpkı ektiği çiçeği izler gibi boy atmasını izledi. Can uyandı sonra. Kalkıp gitti. Topuklarından damlıyordu kadınlığı. Can’ını öptü. Onun için makarna saldı suya, kendilerine patlıcan kızarttı. Yağı çektikçe çekti kara pijamalılar. Kocası geldi, yemeklerini yediler. Işık söndü, üzerinde bir beden ve gözleri sımsıkı kapalı bir kez daha uyudu Sultan Abla.
Sonra bir kez daha, bir kez daha derken… Taşındılar. Önce haftada bir haber alırken, aya, yıla çıktı. Ve birkaç yıl sonra öyle lafın arasında biri söyleyiverdi ‘Sultan evden kaçmış Can’la. Orospu olmuş’ diye. Annem bu sefer ‘olsun’ demedi. Üzüntüsünün önüne geçti kızgınlığı. ‘Ayıp be, hiç beklemezdim’ dedi. Ama ben üzülemedim nedense. Hayatta ilk kez kendi tercihini yapmıştı Sultan Abla. Şimdi babası, kocası sütten çıkma ak kaşık olmuşlardı öyle mi? Kızını satan, karısına koca olamayanların iyi aile babası olduğu, Sultan Ablanın ise orospu olduğu konuşulur olmuştu. O ‘olsun’ demeyip ona sunulanı istemediği için kötü kadın olan Sultan Abla… Sırtımı bahçenin çitine dayayıp onun yerine içtiğim sigaraya uzun uzun bakarken, Sultan Ablaya şans diledim en çok ve bütün Sultan Ablalara da. Direnmek kurtulmaktı ve Sultan Abla ona sunulandan kurtulmuştu bence. Can’ını dişine taktığı bu hayat sofrasından tok kalkmasından başka ne dileyebilirim ki? Olmasın deyip olsun’u teptiğin için sultansın Sultan Abla!
Yazan: Özlem Doğan