Çuf-çuf-çuf-çuf
Üzülmez’den kalkan tren, makas değiştirerek şehrin merkezine doğru dumanını soluya soluya gidiyor. Zonguldak’ta çoğu insanın hayallerinin ezilmişliği var trenin geçtiği bu raylarda. Biri bir ton en az on beş vagon geçiyor şehrin griliğinden.
Böyle başladı trendeki yolculuğum. Bulunduğum bu tren nerelerden geçti? Kimler bu trene öküz misali bakakaldı? Kimler için artık bu tren kaçtı? Hepsinin bir cevabı elbette var.
Son durak hakkında yolcular hâlâ tartışma halinde. Son istasyonu hep birlikte belirleyecekmişiz, öyle söylüyorlar. Sağda oturanlar ile solda oturanlar arasında hep kavga var. Hatta inanır mısınız bilmem ama bazı yolcular bazı yolcuların trene bindikleri şehirleri beğenmeyip kavga çıkarıyor. Trende yer değiştirenler de var, oturduğu yeri satıp kucağa oturanlar da. Bazen tren istasyonlarında makinisti değiştiriyoruz. Hayır yanlış duymadınız! TCDD’nin, makinist seçimini bize bırakacak kadar nazik olduğunu alaycı bir tavırla anlatmıştı babam. Cidden dediği gibiymiş. Yolculuğun en keyifli kısımları, babamın anlatırken gayet alaycı olduğu makinisti seçtiğimiz bu zamanlar. Arada makinist olmak istediğini söyleyen beyefendiler gelir ve “sizi öyle bir yere götüreceğim ki, gözlerinize inanamayacaksınız!” gibi sözler ederler. Ayrıca yolculara en güzel ikramlar bu zamanlar verilir. Ben eğlenmeyeyim de kim eğlensin?
Yolculuk sırasında başımıza neler geldi neler! Kavgalar, bağrışmalar, istasyonda kaybolanlar, tehlike saçan yolcular ya da raydan çıkmalar. Olanı biteni sessizce izledim çünkü her gördüğüm olayda şaşkına döndüm. Şaşkınlığım insanların bencilliklerine ve olmayan vicdanlarınaydı.
İlk zamanlar olayları anlamaya çalışırken susmak en doğru tercihti sanırım. Kimin haklı olduğunu anlamak için gözlem yapmalıydım. Taraf olmalıydım, yoksa bertaraf olacaktım. Günler bu şekilde geçerken bir gün farkında olmadan kendimi trende bağırırken buldum. Gezi durağından geçtiğimiz sıralarda kalabalık bir grup olarak hep bir ağızdan makiniste bağırdığımızı hatırlıyorum. Seslerimiz makinisti ve yataklı vagonlarda seyahat eden yolcuları rahatsız etmiş olmalı ki ilk istasyonda vagonlarımıza eli sopalı nöbetçiler diktiler. En çok üzüldüğüm olay ise nöbetçiler tarafından arkadaşlarımın bazılarının vagondan indirilmiş olmaları.
Berkin, benden iki yaş küçüktü. Kendisi küçüktü ama cesareti büyüktü. Keşke onun kadar cesur olabilseydim. Trenden inmemek çok için direndi ama vagonda herkesin uyuduğu bir sırada aramızdan ayrılıverdi.
Günler geçtikçe yolculuk daha sıkıcı bir hâl almaya başladı. Vagon bekçilerimiz artık kimsenin eğlenmesini istemiyor. Kendi aramızda söylediğimiz şarkılar, oynadığımız oyunlar ve hatta yazdığımız yazılar, şiirler sürekli denetleniyor. Sürekli baskı altında olmak bazen bana dışarıyı hatırlatıyor ve sık sık dışarıyı izliyorum. Etraf bu aralar pek sisli. Ah nerede o trene ilk bindiğim zamanlardaki güneşli günler!
Bazı dedikodular yayılıyor. Artık dışarıyı izleyemeyebilirmişiz. Sanırım kalın perdelerle kapatacaklar camları. Kalın perdelerle camlar kapatılır ama gerçekler kapanır mı? Bu sıralar dışarıya bakan herkes trenin yanlış yola gittiğini görüyor ve tek tük sesler çıkarıyor. Ama nafile! Trenin yolunu sorgulamayan yolcularımızın gözüne perde inmiş herhalde.
Genelde vagonlardaki arkadaşlarımızın derdi yataklı vagonlara geçebilmek. Amaçları için her şeyi yapmaya hazır bu arkadaşlarımız, olası bir kazada aynı trende öleceğimiz gerçeğini bir türlü kabul etmiyor. Biz azınlık bir grup olarak trendeki herkesin rahatını ve güvenliğini düşünüyoruz ve bunun için çabalıyoruz. Hatta trene yeni katılacak yolcuları bile düşünüyoruz. Yeni yolcu demişken, geçenlerde bir vagon daha eklediler en arkaya komşu trenden. Bu kadar vagonu lokomotif kaldıracak mı bekleyip göreceğiz.
İşte biz herkesi böyle düşünmeye çalışırken bazı yolcular tarafından türlü türlü iftiralara uğruyoruz. Hatta makas lobisiyle bile çalışıyormuşuz!
Günler geçiyor, ara ara gün ışığını görebiliyoruz. Karanlıktan beslenenler ışıktan korkarlar. Sanırım yolculuğumun bana en önemli öğretilerinden biri bu. Gün geçtikçe korktuklarını artık biliyorum. Tren sürekli sarsılıyor ve arıza çıkarıyor. Biz kaybedecek bir şeyi olmayan yolcular için bunlar artık korkunç değil! Artık korkması gerekenler bizi karanlığa hapsedenler, vagonlarında uyuma fırsatı bulanlar ve koltuklarını satıp kucağa oturanlar olacaktır! Artık rotamızı gün doğumunu izleyebileceğimiz tepelere çevirme vakti gelmiştir. Tek yol istasyon!
Sahi kim değiştiriyor bu makasları?
Yazan: Tugay Burgucu